Quelch Krallığı'nın No.2 adasında gece hakimken, liman bölgesinin alışılagelmiş telaşı yerini bambaşka bir kaosa bırakmıştı. Rıhtımdaki ticaret gemilerinden biri, her zamanki sakin görüntüsünden uzak, güvertesinde kopan arbede ile sarsılıyordu. Gacko'nun zihninde bu anın planı defalarca prova edilmişti - ancak şimdi, gerçek kargaşanın ortasında, her şey çok daha karmaşıktı.
İskelede savrulan yumruklar, tekme sesleri ve küfürler havayı doldururken, Gacko'nun dev cüssesi iskelenin limana bağlanan köşesinde hakimiyet kurmuştu. İki metre boyundaki bu sarışın adam, çocukluğundan beri hayalini kurduğu özgürlüğe son birkaç adım kalmışken, içindeki vahşi doğayı serbest bırakmıştı. Limanda çalıştığı yıllardan kalma refleksleriyle etrafındaki varilleri, sandıkları potansiyel silahlar olarak değerlendiriyordu. Her kavgada olduğu gibi, çevresindeki her şey onun için bir silahtı.
"HIIIIIĞĞĞ!"
Gorou'nun karakteristik çığlığı liman bölgesini inlettiğinde, Gacko elindeki boş rom varilini bir denizci üzerinde parçalamıştı bile. Varil parçalanırken etrafa sıçrayan tahta kıymıkları ve keskin rom kokusu, limandaki kaosu daha da artırdı. Altın sarısı saçları gecenin karanlığında parlarken, yüzündeki vahşi sırıtış gitgide büyüyordu. Bu ifade, onu tanıyanların "Sarı Şeytan" lakabını neden taktıklarını açıklar nitelikteydi. Gemi ele geçirilirken her biri kendi rolünü oynuyordu. Kenta, güçlü kollarıyla iki denizciyi birden tutmuş güvertenin kenarına doğru sürüklüyor, bir metre boyundaki Pochi ise - ki bu boy onun en büyük avantajıydı - direkte asılı halatlardan birini kemiriyordu. Her biri No.2 adasının sokaklarında öğrendikleri hayatta kalma içgüdüleriyle hareket ediyordu.
Gacko'nun gözleri başka bir varile kaydı. Kavgada devrilen fıçılar ve sandıklar arasında kendine yeni bir silah ararken, çetesinin - hayır, artık tayfasının - durumunu da kontrol ediyordu. Pochi'nin halatla olan mücadelesi fazla uzun sürmüştü. "Pochi! O halatı kesmeyi bitir de şu yelkeni indir artık!" diye gürledi, yeni bir varili kavrarken. "Bu gece buradan çıkıyoruz!" Bu sözler, yıllardır içinde biriktirdiği özgürlük özleminin dışavurumuydu. Çocukluğundan beri No.2 adasının dar sokaklarında, meyhanelerinde ve limanında geçen hayatı artık son bulacaktı. Özgürlüğü için denizcileri reddederek denizci olma şansını kaybetmişti belki, ama bu onun denizlere açılmasına engel olamayacaktı. Kendi kurallarıyla, kendi tayfasıyla...
Kenta son denizciyi de denize fırlattıktan sonra dümene koştu. Güçlü kolları ve geniş omuzlarıyla geminin kontrolünü ele almaya çalışırken, yüzünde endişeli bir ifade belirdi. Liman girişinde beliren meşaleleri görmüştü. "Kaptan! Denizciler alarm vermiş olmalı, birkaç dakikaya burada olurlar!"
"Hıhıığğ!" Gorou telaşla işaret etti. Uzakta, liman girişinde meşaleler çoğalıyordu. Akşamın alacakaranlığında titreşen ışıklar, yaklaşan tehlikenin habercisiydi. Gorou'nun anlamsız sesleri, tayfanın en garip üyesi olmasına rağmen, her zaman önemli mesajlar taşırdı. Şimdi de bu sesler, kaçış vaktinin geldiğini haykırıyordu.
Gacko gemiye çıkarak güvertede yatan son denizciyi tekmeleyerek denize yolladı. Elindeki varili havaya kaldırırken, gözlerinde çocukluğundan beri taşıdığı o asi parıltı vardı. "Hey siz! Konjiki Korsanları'nın ilk gemisini çaldığına şahit olan şanslı piçler! Bu geceyi unutmayın!" Sesi gururla çınlarken, varili de denize fırlattı. Bu hareket, No.2 adasındaki eski hayatlarını geride bıraktıklarının sembolik bir ifadesiydi.
Pochi sonunda halatı kesmeyi başarmış, yelken rüzgarla şişmeye başlamıştı. Minik vücuduyla güverteye atlayıp bağırdı: "Kaptan! Para kasasını bulamadım!" Sesi hem telaşlı hem de hayal kırıklığı doluydu. Para hırsı, onun en belirgin özelliğiydi - belki de bu kadar küçük bir vücutta bu kadar büyük bir hırs olması, onu bu kadar değerli kılıyordu. "Boşver kasayı. Zaten bu gemi bizim ilk hazinemiz!" Gacko'nun kahkahası, yaklaşan denizcilerin meşale ışıklarını bile bastırıyordu. "Kenta! Bizi buradan çıkar!"
Gemi yavaşça limandan uzaklaşmaya başladığında, Gacko güvertenin ucuna yürüdü. Arkasında büyüdüğü ada küçülürken, zihninde binlerce düşünce dans ediyordu. Okyanus Güncesi'nde okuduğu o efsanevi hazineler, Tanrı'nın Mirasları... Bunlar sadece bir bahaneydi belki de. İçinden geçenleri kimse duymadı: "Tanrı'nın Mirasları mı? Hah! Benim tek istediğim özgürlük... ve biraz da para tabii."
"Hey!" Gacko birden arkasını döndü. "Bu gemiye bir isim vermemiz gerek. Artık bizim gemimiz... Kōun-Maru olsun."
Pochi kaşlarını çattı: "Ne demek o?"
"Şans gemisi demek." Gacko sırıttı. "Çünkü bu gemiyi çalmak için ya çok şanslıydık, ya da çok şanssız. Henüz bilmiyorum hangisi." Gorou her zamanki gibi anlamsız sesler çıkararak onayladı, Kenta memnuniyetle başını salladı, Pochi ise ismin para getirip getirmeyeceğini düşünüyordu. Böylece çaldıkları gemi, Kōun-Maru olarak yeni hayatına başladı.
Gacko göğe baktı. Yıldızlar, sanki onların bu çılgın macerasına tanıklık etmek istercesine her zamankinden daha parlak görünüyordu. "Siz üçünüz!" diye seslendi mürettebatına. Sesinde hem otorite hem de dostluk vardı. "Bu gece içki yok! Önce şu lanet limandan sağ salim çıkalım... sonra öyle bir içeriz ki No.2 adası bizi özlemeye başlar!"
Konjiki Korsanları'nın macerası böyle başladı. Kalitesiz ekipmanları, çalıntı bir gemileri ve sonsuz özgürlük hayalleri vardı. Gacko'nun tek bildiği, artık geri dönüş olmadığıydı. Zaten dönmek istese bile, denizcileri pataklayıp gemi çalan biri olarak artık denizci olamazdı. Tek yol ileriydi - kendi yolunu çizmek, kendi hikayesini yazmak...
1 hafta sonra...
Öğle güneşi Kōun-Maru'nun güvertesini kavururken, Gacko başını ellerinin arasına almış, brandanın altındaki masada oturuyordu. Dün geceki içki kavgasından sonra kafası zonkluyor, midesi bulanıyordu. Alkol stoklarının ne kadar dayanacağı konusunda çıkan tartışma, her zamanki gibi yumruklaşmaya dönüşmüştü. Pochi'yi direğe fırlatması, Kenta'nın onu güvertede sürüklemesi ve Gorou'nun anlamsız çığlıkları arasında geçen gece, şimdi zihninde bulanık görüntüler halinde dans ediyordu.
Bir haftadır nereye gittiklerini bilmiyorlardı. Kenta'nın elindeki haritayı tersinden tuttuğunu fark etmeleri iki gün sürmüştü. Zaten haritanın neye veya kime ait olduğu da belirsizdi. Üzerinde 2 yazan bir ada gördükleri için o adayı kaçtıkları No. 2 adası olarak varsayıp dümeni sağa sola çevirmişlerdi. O günden beri rotalarını güneşe ve yıldızlara göre belirlemeye çalışıyorlardı - ki bu da Gacko'nun limanda duyduğu başı sonu belli olmayan bilgilerden öteye gidemiyordu Hangi yıldız parlaksa oraya gittiler. Çaldıkları geminin pusulası da diğer ekipmanlar gibi güvenilmezdi; ibre sürekli titreyip duruyordu.
"HIIIĞ! HIIIĞ!"
"Ne var Gorou? Yine mi su sızdırıyor gemi?" diye homurdandı Gacko. Gorou'nun bu sesi son iki gündür daha sık çıkarmaya başlaması, geminin durumu hakkında hiç de iyi şeyler söylemiyordu."Kaptan..." Kenta'nın sesi brandanın altından geldi. Yüzünde her zamanki endişeli ifadesi vardı. "Su sızdığı falan yok. Pochi yine depoda. Alkol fıçılarını sayıyor. Dün gece..."
"HIIIĞ!" Gorou'nun sesi bu sefer daha da telaşlıydı. Koca elleriyle geminin alt kısmını işaret ediyordu. Alkol varillerinden dolayı mı endişeliydi? Gacko doğruldu, kafasını tutarak. Midesindeki bulantı ve başındaki zonklama, onu daha da sinirli yapıyordu. "Kenta! Şu haritayı düzgün tutmayı öğren artık. Bir haftadır aynı yerde dönüp duruyoruz galiba." O sırada depodan Pochi'nin ciyaklaması duyuldu. Küçük adam, her zamanki para saplantısıyla fıçıları kontrol ediyordu: "KAPTAAAN! Dün gece bir fıçı bitirmişiz! Böyle giderse..." Gacko ayağa kalktı, deponun girişine doğru sendeledi. Başı dönüyordu. "Bir de matematikçi oldun başımıza. " Kenta karmaşadan uzak kalarak haritayı masaya serdi. Kaşlarını çatmış, üzerindeki işaretleri anlamaya çalışıyordu. "Kaptan, bence bir ada bulmalıyız. Erzak da azalıyor, su da... Gorou da sürekli..."
"HIIIIIĞĞĞ!"
Gacko ayağını güverteye vurdu sertçe. Başının zonklaması ve midesindeki bulantı, onu her zamankinden daha agresif yapıyordu. Bir haftadır denizde olmak, hiçbirinin hayal ettiği gibi değildi. Özgürlük hayalleriyle çıktıkları bu yolculuk, şimdilik sadece baş ağrısı ve mide bulantısından ibaretti. Kalitesiz ekipmanlar, tecrübesiz mürettebat ve tükenen erzak... Her şey aleyhlerine işliyordu.
"İyi! Madem öyle..." Pruvanın ucuna yürüdü, ufku işaret etti. Güneş tepedeyken bile deniz puslu görünüyordu - ya da bu sadece akşamdan kalmalığın etkisiydi. "Bundan sonra gördüğümüz ilk adaya çıkıyoruz. Hem erzak alırız, hem de... biraz eğleniriz." Son kelimeyi söylerken yüzünde beliren sırıtış, No.2 adasındaki kavgaları hatırlatıyordu. "Eğlence mi!?" Pochi depodan fırladı. Minik vücudu heyecanla titriyordu. "Para kazanacak mıyız yani!?" Gözlerindeki para işaretleri neredeyse görünür haldeydi. Bir haftadır sadece fıçıları saymaktan sıkılmış olmalıydı. "HIIIĞ!" Gorou neşeyle el salladı. Koca elleri ve anlamsız sesleriyle bile bir şeyleri tamir edebileceğini ima ediyordu. Belki de yeni bir limanda, geminin ihtiyacı olan malzemeleri bulabilirlerdi.
"Evet..." dedi Gacko. Sesi, bir haftadır ilk defa bu kadar kararlı çıkıyordu. "Artık gerçek korsanlar gibi davranma vakti. Bu gemiyi çaldık ama hala zengin değiliz. Hem..." Yüzünü buruşturdu. Etrafına bakındı; çürümeye yüz tutmuş ahşaplar, paslanmış metal aksamlar, yırtık pırtık yelkenler... "Bu kalitesiz ekipmanlarla fazla ilerleyemeyiz. Her şey çürük, paslanmış, kırık dökük..."
Kenta endişeyle sordu: "Peki nereye gideceğiz kaptan?" Elindeki haritaya bir kez daha baktı. Üzerindeki işaretler ve yazılar, sanki her bakışında farklı bir şey gösteriyordu. Gacko omuz silkti, hala kafası zonkluyordu. Bir hafta önce No.2 adasından ayrılırken içinde olan o özgürlük coşkusu, yerini belirsizliğin verdiği huzursuzluğa bırakmıştı. "Bilmiyorum. Ama bu gidişle güneşin altında kavrularak delireceğiz. O yüzden..." Elini ufka doğru salladı. "O tarafa gidelim işte! Tanrı'nın Mirasları'nı bulmasak da en azından karaya ayak basarız!"
Mürettebat kaptanlarının bu keyfi kararına şaşırmamıştı bile. Bir haftadır süren başıboş yolculukta, en azından bir hedefleri olması bile moral verici görünüyordu. Pochi para hayalleri kurmaya, Gorou anlamsız sesler çıkarmaya, Kenta ise karmaşadan dolayı endişelenmeye devam ediyordu. Her biri, No.2 adasının dar sokaklarından getirdikleri alışkanlıklarını sürdürüyordu.
Gacko güneşe baktı. Başının zonklaması biraz hafiflemişti. Belki de bu sefer şansları yaver gider, karaya ulaşabilirlerdi. Sonuçta şeytan meyvesi yemiş bir kaptan, cüce bir hırsız, dilsiz bir dev ve sürekli endişelenen bir yardımcı kaptan... Bu kadar şanssız bir tayfa olamazdı, değil mi?