İnsan deryasını yararak ringe ulaşmış ve istediğim gibi de Yarma John'un karşısına geçmiştim. Amatör olması ve benden cüsse olarak baya' bir küçük olması favori ibresini bana çeviriyor olmalıydı fakat bu dünyada bildiğim bir şey varsa o da görünüşe aldanmaman gerektiğidir. En sağlam ceviz içinde kurtçuk, en köhne sandığın içinde hazineler bulunurdu. Bunu da en iyi ben biliyordum.
Kel adamın ünlemiyle beraber ben de sol ayak önde gardımı almıştım. Mesafe farkını ölçmek için öncelikle sol kolumu ileride tutacak ve rakibimin ne planladığını öğrenene kadar lead jab ile onu benden uzak tutmaya çalışacaktım. Bu sırada ayak oyununa fazla yüklenmeyecek ve genel olarak hamle yaparken veya hamle gelirken hareket halinde olmaya çalışacaktım zira önümde 5 maç daha olduğunu varsayarak kendimi yormamaya çalışacaktım. Eğer rakibin bariz açık verdiğini görürsem de boy ve erim avantajıma güvenerek sağ yani arkadaki kolumla overhand isabet ettirmeye çalışacaktım.
Ohana’nın sesi kulağımın dibinde bir sitemden yalvarışa dönerken, zihnimde bir anlığına yer buldu; fakat bir tehdit olarak değil, yönlendirilmeyi bekleyen bir enerji olarak. Şu an için o enerjiyi bir kenara bırakıyordum, çünkü tüm dikkatim arenanın ötesindeki o iki uyumsuz gölgenin üzerindeydi.
Onlar buraya ait değildi.
Bu, bir hissiyattan öte, sayısız savaş alanında keskinleşmiş bir içgüdünün fısıldadığı soğuk bir gerçekti. Bir askerin gözü, kamuflajı her zaman fark ederdi. Ve bu adamlar, köylü kıyafetleri içinde saklanmaya çalışan acemi askerler gibiydi. Duruşları, bakışları, kalabalığın ritmine ayak uyduramayan gecikmeli tepkileri... Hepsi birer ihanet belirtisiydi. Onlar izleyici değil, gözlemciydi. Ve bu, her şeyi değiştirirdi.
Kaiza'nın rakibinin karşısına dikildiği o an, Ohana'nın sabırsızlığının doruk noktasına ulaştığını hissettim. O an, o başıboş enerjiyi bir hedefe yönlendirmeye karar verdim. Bakışlarımı hedeflerimden ayırmadan, sesim kalabalığın uğultusunun hemen altında, sadece onun duyabileceği bir tondaydı.
"Bu kaba saba gürültü Kaiza'nın olsun, Ohana."
Duraksadığını hissettim. Konuşmamı sürdürürken, çenemle belli belirsiz bir şekilde o iki adamı işaret ettim.
"Benim dikkatimi çeken daha... incelikli bir oyun var. Bak şunlara."
Ona, tepkisini ölçmek veya onayını almak için bir an bile tanımadım.
"Onlar bu adanın bir parçası değil. Ve ben, ait olmadıkları bir yerde duran parçaları sevmem."
Son kelimem bir emir niteliğindeydi, bir rica değil.
"Gidelim."
Emir, ağzımdan bir fısıltı gibi çıksa da, taşıdığı ağırlık bir komutanın gürlemesinden farksızdı. Ohana'nın bu emre uyup uymayacağı kendi kararıydı; ben bir sonraki adımı çoktan hesaplamıştım. Kalabalığın içinde adamları izlemek ve takip etmek çok zor olurdu. Direkt ringin ortasından geçemezdim, dikkat çekerdim. Fark edilmek istemiyordum.
Benim içgüdülerim, bir askerin içgüdüleri, her zaman daha yükseği arardı.
Bakışlarım, o iki adamın üzerinden ayrılıp arenanın çevresindeki köhne yapıları taramaya başladı. Gözlerim, dövüş alanı yüksek açıdan görmemi sağlayacak, üzerine tırmanabileceğim bir yapı / nesne arıyordu. Orası, bu karmaşık satranç tahtasına yukarıdan bakabileceğim, piyonların ve şahların hareketlerini aynı anda görebileceğim ideal bir nokta olacaktı. Zemin tehlikeli olabilirdi ama gölgeler, tırmanan bir adama her zaman dost olurdu.
Niyetim, kalabalığın Kaiza'ya odaklandığı bu anı bir siper olarak kullanmaktı. Amacımdaki yeri bulabilirsem, kimseye görünmeden çatısına tırmanarak kendime bir gözlem noktası oluşturmaya çalışacaktım.
Herkes ringin içindeki kükreyen deve bakarken, ben sessiz çakalların izini sürüyordum.
Onlar buraya ait değildi.
Bu, bir hissiyattan öte, sayısız savaş alanında keskinleşmiş bir içgüdünün fısıldadığı soğuk bir gerçekti. Bir askerin gözü, kamuflajı her zaman fark ederdi. Ve bu adamlar, köylü kıyafetleri içinde saklanmaya çalışan acemi askerler gibiydi. Duruşları, bakışları, kalabalığın ritmine ayak uyduramayan gecikmeli tepkileri... Hepsi birer ihanet belirtisiydi. Onlar izleyici değil, gözlemciydi. Ve bu, her şeyi değiştirirdi.
Kaiza'nın rakibinin karşısına dikildiği o an, Ohana'nın sabırsızlığının doruk noktasına ulaştığını hissettim. O an, o başıboş enerjiyi bir hedefe yönlendirmeye karar verdim. Bakışlarımı hedeflerimden ayırmadan, sesim kalabalığın uğultusunun hemen altında, sadece onun duyabileceği bir tondaydı.
"Bu kaba saba gürültü Kaiza'nın olsun, Ohana."
Duraksadığını hissettim. Konuşmamı sürdürürken, çenemle belli belirsiz bir şekilde o iki adamı işaret ettim.
"Benim dikkatimi çeken daha... incelikli bir oyun var. Bak şunlara."
Ona, tepkisini ölçmek veya onayını almak için bir an bile tanımadım.
"Onlar bu adanın bir parçası değil. Ve ben, ait olmadıkları bir yerde duran parçaları sevmem."
Son kelimem bir emir niteliğindeydi, bir rica değil.
"Gidelim."
Emir, ağzımdan bir fısıltı gibi çıksa da, taşıdığı ağırlık bir komutanın gürlemesinden farksızdı. Ohana'nın bu emre uyup uymayacağı kendi kararıydı; ben bir sonraki adımı çoktan hesaplamıştım. Kalabalığın içinde adamları izlemek ve takip etmek çok zor olurdu. Direkt ringin ortasından geçemezdim, dikkat çekerdim. Fark edilmek istemiyordum.
Benim içgüdülerim, bir askerin içgüdüleri, her zaman daha yükseği arardı.
Bakışlarım, o iki adamın üzerinden ayrılıp arenanın çevresindeki köhne yapıları taramaya başladı. Gözlerim, dövüş alanı yüksek açıdan görmemi sağlayacak, üzerine tırmanabileceğim bir yapı / nesne arıyordu. Orası, bu karmaşık satranç tahtasına yukarıdan bakabileceğim, piyonların ve şahların hareketlerini aynı anda görebileceğim ideal bir nokta olacaktı. Zemin tehlikeli olabilirdi ama gölgeler, tırmanan bir adama her zaman dost olurdu.
Niyetim, kalabalığın Kaiza'ya odaklandığı bu anı bir siper olarak kullanmaktı. Amacımdaki yeri bulabilirsem, kimseye görünmeden çatısına tırmanarak kendime bir gözlem noktası oluşturmaya çalışacaktım.
Herkes ringin içindeki kükreyen deve bakarken, ben sessiz çakalların izini sürüyordum.
Ohana'nın içerisinde bulunduğu durumu tek kelimeyle tanımlamak gerekirse o da şu olurdu; siklenmemişti. Yani, aslında siklenmişti fakat pek de siklenmiş gibi hissetmiyordu. Alexander 'kaba saba gürültü' olarak tarif etmiş olmasına rağmen Ohana'nın bakış açısından bu ring kaçırılmayacak bir eğlence barındıran sirkleri andırıyordu. Teklifi kabul edilmiş olsaydı aksiyon doruk noktasına ulaştığı vakit Ohana devreye girebilir, Kaiza'yı pataklayarak bütün şöhreti kendisine alabilirdi. Hem bu aralar Kaiza'ya da biraz uyuz oluyordu, onun için bir taşla iki kuş vurmak gibi olurdu... Peki özgür ruhluluğuyla, kural tanımamazlığıyla tanınan bu genç kızın böyle büyük bir eğlenceyi bırakıp kaptanını takip etmesinin nedeni nedir? Aslında oldukça basit; Ohana, Alexander'a karşı büyük bir saygı besliyor. Zaten tayfasına katılırken de onu cezbeden şey bu olmuştu. Bu kadar rahat olmasının sebebi de aslında bir nevi Alexander sayılabilir. Başını belaya sokacak bir hata yaptığı takdirde kaptanının götünü kurtaracağından adı gibi emin sonuçta.
Tripli bir şekilde dudaklarını bükmüş ve aynı triple birlikte şu sözleri söylemişti; "İyi tamam ama sonraki isteğimi reddedemezsin kaptan." Kaptanını takiben yürümeye başladığı anlarda bakışları büyük bir kıskançlıkla Kaiza'nın üzerindeydi. Kıskançlıktan çatladığı net bir şekilde belli oluyor olsa da kaptanının emri olduğu için bir şekilde dayanabiliyordu.
Alexander'ı takip ederken bir anda aklına Zale geldi. Çevresine bakındı fakat beyefendiyi bulamadığından ötürü daha da sinirlendi. Eğer Zale yanında olsaydı kendi yerini alması için onu ikna edebilir, o da rahatlıkla Kaiza'yı sabote edebilirdi.
'Geri döndüğünde ondan da intikam alıcam' diye düşündü sinirli adımlarla kaptanını takip ederken.
Tripli bir şekilde dudaklarını bükmüş ve aynı triple birlikte şu sözleri söylemişti; "İyi tamam ama sonraki isteğimi reddedemezsin kaptan." Kaptanını takiben yürümeye başladığı anlarda bakışları büyük bir kıskançlıkla Kaiza'nın üzerindeydi. Kıskançlıktan çatladığı net bir şekilde belli oluyor olsa da kaptanının emri olduğu için bir şekilde dayanabiliyordu.
Alexander'ı takip ederken bir anda aklına Zale geldi. Çevresine bakındı fakat beyefendiyi bulamadığından ötürü daha da sinirlendi. Eğer Zale yanında olsaydı kendi yerini alması için onu ikna edebilir, o da rahatlıkla Kaiza'yı sabote edebilirdi.
'Geri döndüğünde ondan da intikam alıcam' diye düşündü sinirli adımlarla kaptanını takip ederken.
Zale’in ayakları kalabalığın arasında ağır ama kararlı bir şekilde ilerlerken, etrafındaki dünya gürültülü bir perdeye dönüşmüştü. Dövüşün temposunu tutan tezahüratlar, şangırdayan bozuk tahtaların iniltisi, insanların birbirine sürtünerek çıkardığı homurtular… Hepsi arka planda bir uğultu gibi akıyordu. Ama Zale’in zihni tek bir hedefe kilitlenmişti: kalabalığın en önünde, ışığa en çok yakın duran, siyah saçlarının mat örgüleriyle dikkat çeken o kadın.
Onu görür görmez, çevresindeki diğer ihtimaller eriyip gitmişti. Kızıl düşler başka bir zamana bırakılmış, kumralın çocuksu tebessümü silikleşmiş, esmerin hareketli bakışları değerini yitirmişti. Siyah saçlı kadın, ringe gözlerini dikmiş, Yarma John’un her hamlesinde göz kapaklarının kıpırdamasından bile anlaşılabilecek bir dikkatle izliyordu. Arada bir Souze’ye burun kıvırışı, o küçümseyen bakışıyla birleşince yüzünde keskin bir çizgi gibi kalıyordu. Onun bu tavrı, çevresindeki kalabalığa olduğu kadar Zale’in gözlerine de sirayet etmişti.
Zale kalabalığın içine biraz daha gömülürken, omzuna çarpan bir dirsek, sırtına sürtünen tozlu bir ceket ya da kulaklarının dibinde patlayan kahkahalar umurunda değildi. Bu izdihamın içinden geçip ön sıraya ulaşmak, bir nevi akıntıya karşı yüzmek gibiydi. Bir adım, sonra bir adım daha… Gözlerini hedefinden hiç ayırmadan, insan kalabalığını kavisler çizerek delip geçti. Yüzündeki ifadesiz sakinlik, içeride çırpınan içgüdülerin üzerine serilmiş kalın bir örtüydü.
Sonunda en ön safa vardığında, kadınla arasındaki mesafe artık yalnızca birkaç karıştı. Kadının iki yanında duran adamların varlığı, dikkat edilmesi gereken birer ayrıntıydı belki ama Zale’in zihninde tehdit olarak yankılanmadılar. Adamların vücut dili, kadını sahiplenmekten çok, onun varlığının gölgesinde oyalanan, şans bekleyen birer artçı gibiydi. Siyah saçlı kadın ise onların orada olup olmamasına aldırmıyordu bile. Gözleri hâlâ ringdeydi, omuzları dik, duruşu netti.
Zale tam bu noktada hızını yavaşlattı, akışın hızına kapılmadan, suyun kendi yolunu bulması gibi kadının yanına süzüldü. Omuz hizasında durduğunda, bir süre hiçbir şey yapmadan öylece bekledi. Ne bir selam verdi, ne de dikkat çekici bir hareket yaptı. Sessizliği, kalabalığın gürültüsünde bir kaya gibi duruyordu.
O an, Zale’in varlığı kadının yanına aitmiş gibi hissettirdi. Kalabalığın içinde kaybolmuş yüzler, yükselen eller, savrulan bağırışlar arasında onun sessizce orada durması, etrafına bir tür görünmez çember çizmiş gibiydi. Ne kadının örgülerinden yayılan hafif sabun kokusu, ne yanındaki adamların arada bir atıp tutan sözleri, ne de ringdeki kan ter karışımı atmosfer…
Sanki bütün bu hengâmede, asıl seyirlik dövüş ringde değil, kadının yüzünde saklıymış gibi. "Merhabalar hanımefendi, merak etmeyin birazdan sevgili dostum Yarma John'u yarıp geçtiğinde omzumda ağlayabilirsiniz."
Onu görür görmez, çevresindeki diğer ihtimaller eriyip gitmişti. Kızıl düşler başka bir zamana bırakılmış, kumralın çocuksu tebessümü silikleşmiş, esmerin hareketli bakışları değerini yitirmişti. Siyah saçlı kadın, ringe gözlerini dikmiş, Yarma John’un her hamlesinde göz kapaklarının kıpırdamasından bile anlaşılabilecek bir dikkatle izliyordu. Arada bir Souze’ye burun kıvırışı, o küçümseyen bakışıyla birleşince yüzünde keskin bir çizgi gibi kalıyordu. Onun bu tavrı, çevresindeki kalabalığa olduğu kadar Zale’in gözlerine de sirayet etmişti.
Zale kalabalığın içine biraz daha gömülürken, omzuna çarpan bir dirsek, sırtına sürtünen tozlu bir ceket ya da kulaklarının dibinde patlayan kahkahalar umurunda değildi. Bu izdihamın içinden geçip ön sıraya ulaşmak, bir nevi akıntıya karşı yüzmek gibiydi. Bir adım, sonra bir adım daha… Gözlerini hedefinden hiç ayırmadan, insan kalabalığını kavisler çizerek delip geçti. Yüzündeki ifadesiz sakinlik, içeride çırpınan içgüdülerin üzerine serilmiş kalın bir örtüydü.
Sonunda en ön safa vardığında, kadınla arasındaki mesafe artık yalnızca birkaç karıştı. Kadının iki yanında duran adamların varlığı, dikkat edilmesi gereken birer ayrıntıydı belki ama Zale’in zihninde tehdit olarak yankılanmadılar. Adamların vücut dili, kadını sahiplenmekten çok, onun varlığının gölgesinde oyalanan, şans bekleyen birer artçı gibiydi. Siyah saçlı kadın ise onların orada olup olmamasına aldırmıyordu bile. Gözleri hâlâ ringdeydi, omuzları dik, duruşu netti.
Zale tam bu noktada hızını yavaşlattı, akışın hızına kapılmadan, suyun kendi yolunu bulması gibi kadının yanına süzüldü. Omuz hizasında durduğunda, bir süre hiçbir şey yapmadan öylece bekledi. Ne bir selam verdi, ne de dikkat çekici bir hareket yaptı. Sessizliği, kalabalığın gürültüsünde bir kaya gibi duruyordu.
O an, Zale’in varlığı kadının yanına aitmiş gibi hissettirdi. Kalabalığın içinde kaybolmuş yüzler, yükselen eller, savrulan bağırışlar arasında onun sessizce orada durması, etrafına bir tür görünmez çember çizmiş gibiydi. Ne kadının örgülerinden yayılan hafif sabun kokusu, ne yanındaki adamların arada bir atıp tutan sözleri, ne de ringdeki kan ter karışımı atmosfer…
Sanki bütün bu hengâmede, asıl seyirlik dövüş ringde değil, kadının yüzünde saklıymış gibi. "Merhabalar hanımefendi, merak etmeyin birazdan sevgili dostum Yarma John'u yarıp geçtiğinde omzumda ağlayabilirsiniz."
Kaiza; Sol ayağını pozisyona alman, bir nevi mücadeleye hazır olduğunun işareti de oluyor ve kel adam kafasını bir kez sallayarak aranızdan çekilip kalabalığa doğru geri geri adımlamaya başlıyor. Kel adamın çekilmesiyle birlikte, John guard pozisyonunda ve ufak adımlarla sana doğru gelmeye başlıyor. Duruşu bir saldırı için pek uygun olmasa bile, John’un bu hali sana karşı temkinli olduğunu gösteriyor. Aranızdaki mesafe giderek kapanmaya başladığında lead jab ile John’un kendinden uzak tutmaya çalışıyorsun. Fakat bu noktada John da sana pek yaklaşmak ister gibi görünmüyor. İkinizin de birbirini test ettiği belli olan bu anlar birkaç saniye sürüyor ve fakat bu süre kalabalığın sizi ıslıklamaya başlaması için de yeterli oluyor. İkinizden de daha hareketli bir dövül beklediği belli olan kalabalığa karşı John’un pek de dikkat dağınıklığı yaşamadığını fark edebiliyorsun. John’un sağa ve sola attığı adımlarına ve John’un ileri geri ufak bel hareketlerine karşı savunmanı sıkı tutuyorsun. Ne var ki, attığın bir sol adımın ardından John’un cüssesine göre hızlı sayılabilecek bir hamlesi geliyor ve John hafifçe eğilerek bedenini ileriye doğru fırlatıp beline yapışmaya çalışıyor! John’un bu hamlesi, ondan beklenecek türden olmadığından, bu hamleye karşı pek de hazırlıklı olamıyorsun. Nitekim, John hızlı bir şekilde beline yapışıp seni yere indirmek için hamle yaptığı anda, bu anlık güce karşı koyamayıp kendini bir anda sırt üstü yerde buluyorsun!
Yere düşmenizle birlikte John hızlı bir şekilde seni serbest bırakıp üstünden kalkmaya hazırlanırken, ansız saldırısına devam edecek gibi görünmüyor. Bir an için düşündüğünde, birkaç farklı saldırı ile sana zarar verebilmesi muhtemelken böyle bir şeye yeltenmemesi sana tuhaf gelse de, bir anda kel adamın sesini duymanla olan biteni aşağı yukarı anlamaya çalışıyorsun. Kel adam bir adım kalabalığın önüne çıkmış bir şekilde “Yarma John’dan enfes bir badibadikünde!” diye bağırıyor. Hemen ardından ise kel adam “Yarma John 104 puan kazandı!” diyerek dövüşteki puan durumunu dile getiriyor. Kel adamın bu sözleri kulaklarına dolarken, John kocaman bir gülümsemeyle suratına bakıyor ve aslında bu dövüş için başından beri bir strateji içinde olduğunu gösteriyor.
Alexander&Ohana; Alexander ilgisinin dövüşten çok “yabancılara” kaymasıyla birlikte harekete geçiyor ve hızlıca etrafını taramaya başlıyor. Her ne kadar Alexander konuşlanabileceği bir yapı arasa bile, çevrede tepedeki kayalıklar dışında pek bir şey göremiyor. Ancak bu durum, Alexander’ın aklından geçenleri uygulamasına engel olmuyor ve bu kez kayalara bakarak kendisine uygun bir nokta aramaya başlıyor. Ohana’ya sözlerini iletmesinin ardından bakışlarına bir parça da odak eklediğinde ise, tepeyi biraz daha çıkması halinde ardında durabileceği ve tüm bu kalabalığı gözleyebileceği bir kaya parçası görebiliyor. Ohana’nın da Alexander’a eşlik edeceğini beyan eden sözleriyle birlikte, ikili kalabalığın arasından çıkmak için ilerlemeye başlıyor. Fakat başlayan dövüş, Alexander ve Ohana’nın kalabalıktan sıyrılmasını zorlaştırsa bile, Alexander cüssesini kullanarak kendisine ve Ohana’ya bir yol açabiliyor. Tam bu anda, kalabalık içinde kopan bir gürültüyle birlikte Ohana ringe doğru baktığında, yere serilmiş Kaiza’yı ve üzerinde duran John’u görüyor. Kaiza’nın düştüğü bu durum Ohana için bir mutluluk sebebine dönüştüğü anda, John’un 104 puan kazandığını duyması Ohana’yı bir parça daha mutlu hale getiriyor.
İkiniz de kalabalığın içinden sıyrılmayı başarıp, Alexander’ın belirlediği kaya parçasına doğru ilerlemeye başlıyorsunuz. Kalabalığın dövüşe odaklanması hareketlerinizin tepki çekmesini de engellemiş olsa bile, yine de tedbiri tam anlamıyla elden bırakmıyorsunuz. Ancak yaklaşık bir dakika içinde tepedeki kayaya vardığınızda, buraya gelişinizin hiç kimse tarafından umursanmamış olduğunuzu kavrayabiliyorsunuz. Herkesin dövüşe odaklanmış olması size oldukça yüksek bir hareket imkanı tanımış gibi duruyor. Ayrıca bu açıdan tüm kalabalığı ve kalabalıktaki hareketlenmeleri görebiliyorsunuz. Nitekim Alexander odağını iki yabancıya çeviriyor ve onları izlemeye başlıyor. Ancak bu anlarda Alexander ikisinde de olağandışı bir hareket göremiyor. Ohana ise, bakışlarını şöyle bir kalabalıktan gezdirdiğinde, bakışları direk Zale’i buluyor ve onun kalabalığın ön saflarında bulunan siyah saçlı bir kadının yanında olduğunu görüyor.
Zale; Kalabalığın içinde sinsi bir yılan gibi kıvrılarak geçip giderken, hiç kimsenin birkaç saniye sonra olacaklardan haberi olmadığını tek bilen kişi konumunda oluyorsun. Sadece birkaç saniye sonra, iki adamın markajında olan kadını kalabalığın çığlıkları arasından kurtarıp ruhlarınızın özlerini kaynaştıracağınız anların geleceğini… Yüzüne düşen donukluğun altında hareketlenen sıcaklık, ancak senin hissedebileceğin türden oluyor. Sana rakip olamayacak iki adamın aktifleşmiş hormonlarının yaydığı kötü koku arasında, kadının omuz hizasına kadar geliyorsun. Tam bu anda, zehrinin kokusu iki adamın kokusunu bastırmaya yetiyor ve vahşi doğa, baskın olanın nasıl üstün geldiğini gösteriyor o anda… Bu ana kadar kimsenin umurunda olmayan varlığına iki adam sanki aynı anda tepki veriyor. Bakışlarını çekingenlikle sana çeviren iki adam, doğadaki baskın yaratığın heybetine karşı koyamayıp kafaları omuzlarına doğru çekilip pısarken, siyah saçlı kadın üzerinde tek hüküm sahibi konumuna geliyorsun.
Doğa, üstünlüğünü açıkça ortaya koymuşken, sana da aynı oyunu oynamaktan geri durmuyor. Olağanca hareketsizliğine ve yaydığı auraya rağmen, siyah saçlı kadın varlığını zerre umursamamış gibi tamamen Kaiza ile John arasındaki dövüşe odaklanmış görünüyor. Kadının John’a bakarken parlayan, Kaiza’ya bakarken ise donuklaşan bakışları ile aranda çok kısa bir mesafe olmasına rağmen, kadının bu umursamazlığı, doğadaki yerini de sana öğretiyor. Nitekim bu doğa kanunları içerisinde avına kurduğun pusuyu duyulabilir hale getirdiğinden, kadın omuzları üzerinden devirdiği bakışlarıyla varlığını fark ediyor. Sözlerin kadını pek etkilememiş olacak ki, yüzü somurtkan bir hale geliyor ve kadın sana bir cevap vermek için dudaklarını aralıyor usulca. Ne var ki, tam bu anda kalabalıkta kopan bir gürültü kadının bakışlarının ringe dönmesine neden oluyor ve kadınla birlikte sen de bakışlarını çevirdiğinde, Kaiza’nın boylu boyunca yere uzanmış halde olduğunu, John’un ise onun üstünde olduğunu görüyorsun. Bu görselin ardından, kel adamın John’un 104 puan aldığı yönündeki coşkusu kalabalığı daha da gaza getirmiş gibi dururken, siyah saçlı kadın zevk dolu bir kahkaha atarak sana dönüyor ve “Omzunda anca arkadaşın ağlar!” diyor tamamen küçümser bir tavırla. Kadının ses tonu açıkça seni ve Kaiza’yı hor gören bir tınıda oluyor ve bu durum sadece aranızdaki ilişkiyi değil, doğanın kanunlarını da tetikliyor. Zira az önce varlığınla pısan iki adam, kadının bu sözlerine coşkulu bir kahkahayla tepki vererek saflarını belli ediyor. Bu haliyle Kaiza’nın yere serilişi, dişinin yaralı aslanı bırakıp farklı bir erkeğe yönelmesine ve sırtlanların da yaralı aslanın etrafında dönüp durmasına neden olmuş gibi oluyor.
Yere düşmenizle birlikte John hızlı bir şekilde seni serbest bırakıp üstünden kalkmaya hazırlanırken, ansız saldırısına devam edecek gibi görünmüyor. Bir an için düşündüğünde, birkaç farklı saldırı ile sana zarar verebilmesi muhtemelken böyle bir şeye yeltenmemesi sana tuhaf gelse de, bir anda kel adamın sesini duymanla olan biteni aşağı yukarı anlamaya çalışıyorsun. Kel adam bir adım kalabalığın önüne çıkmış bir şekilde “Yarma John’dan enfes bir badibadikünde!” diye bağırıyor. Hemen ardından ise kel adam “Yarma John 104 puan kazandı!” diyerek dövüşteki puan durumunu dile getiriyor. Kel adamın bu sözleri kulaklarına dolarken, John kocaman bir gülümsemeyle suratına bakıyor ve aslında bu dövüş için başından beri bir strateji içinde olduğunu gösteriyor.
Alexander&Ohana; Alexander ilgisinin dövüşten çok “yabancılara” kaymasıyla birlikte harekete geçiyor ve hızlıca etrafını taramaya başlıyor. Her ne kadar Alexander konuşlanabileceği bir yapı arasa bile, çevrede tepedeki kayalıklar dışında pek bir şey göremiyor. Ancak bu durum, Alexander’ın aklından geçenleri uygulamasına engel olmuyor ve bu kez kayalara bakarak kendisine uygun bir nokta aramaya başlıyor. Ohana’ya sözlerini iletmesinin ardından bakışlarına bir parça da odak eklediğinde ise, tepeyi biraz daha çıkması halinde ardında durabileceği ve tüm bu kalabalığı gözleyebileceği bir kaya parçası görebiliyor. Ohana’nın da Alexander’a eşlik edeceğini beyan eden sözleriyle birlikte, ikili kalabalığın arasından çıkmak için ilerlemeye başlıyor. Fakat başlayan dövüş, Alexander ve Ohana’nın kalabalıktan sıyrılmasını zorlaştırsa bile, Alexander cüssesini kullanarak kendisine ve Ohana’ya bir yol açabiliyor. Tam bu anda, kalabalık içinde kopan bir gürültüyle birlikte Ohana ringe doğru baktığında, yere serilmiş Kaiza’yı ve üzerinde duran John’u görüyor. Kaiza’nın düştüğü bu durum Ohana için bir mutluluk sebebine dönüştüğü anda, John’un 104 puan kazandığını duyması Ohana’yı bir parça daha mutlu hale getiriyor.
İkiniz de kalabalığın içinden sıyrılmayı başarıp, Alexander’ın belirlediği kaya parçasına doğru ilerlemeye başlıyorsunuz. Kalabalığın dövüşe odaklanması hareketlerinizin tepki çekmesini de engellemiş olsa bile, yine de tedbiri tam anlamıyla elden bırakmıyorsunuz. Ancak yaklaşık bir dakika içinde tepedeki kayaya vardığınızda, buraya gelişinizin hiç kimse tarafından umursanmamış olduğunuzu kavrayabiliyorsunuz. Herkesin dövüşe odaklanmış olması size oldukça yüksek bir hareket imkanı tanımış gibi duruyor. Ayrıca bu açıdan tüm kalabalığı ve kalabalıktaki hareketlenmeleri görebiliyorsunuz. Nitekim Alexander odağını iki yabancıya çeviriyor ve onları izlemeye başlıyor. Ancak bu anlarda Alexander ikisinde de olağandışı bir hareket göremiyor. Ohana ise, bakışlarını şöyle bir kalabalıktan gezdirdiğinde, bakışları direk Zale’i buluyor ve onun kalabalığın ön saflarında bulunan siyah saçlı bir kadının yanında olduğunu görüyor.
Zale; Kalabalığın içinde sinsi bir yılan gibi kıvrılarak geçip giderken, hiç kimsenin birkaç saniye sonra olacaklardan haberi olmadığını tek bilen kişi konumunda oluyorsun. Sadece birkaç saniye sonra, iki adamın markajında olan kadını kalabalığın çığlıkları arasından kurtarıp ruhlarınızın özlerini kaynaştıracağınız anların geleceğini… Yüzüne düşen donukluğun altında hareketlenen sıcaklık, ancak senin hissedebileceğin türden oluyor. Sana rakip olamayacak iki adamın aktifleşmiş hormonlarının yaydığı kötü koku arasında, kadının omuz hizasına kadar geliyorsun. Tam bu anda, zehrinin kokusu iki adamın kokusunu bastırmaya yetiyor ve vahşi doğa, baskın olanın nasıl üstün geldiğini gösteriyor o anda… Bu ana kadar kimsenin umurunda olmayan varlığına iki adam sanki aynı anda tepki veriyor. Bakışlarını çekingenlikle sana çeviren iki adam, doğadaki baskın yaratığın heybetine karşı koyamayıp kafaları omuzlarına doğru çekilip pısarken, siyah saçlı kadın üzerinde tek hüküm sahibi konumuna geliyorsun.
Doğa, üstünlüğünü açıkça ortaya koymuşken, sana da aynı oyunu oynamaktan geri durmuyor. Olağanca hareketsizliğine ve yaydığı auraya rağmen, siyah saçlı kadın varlığını zerre umursamamış gibi tamamen Kaiza ile John arasındaki dövüşe odaklanmış görünüyor. Kadının John’a bakarken parlayan, Kaiza’ya bakarken ise donuklaşan bakışları ile aranda çok kısa bir mesafe olmasına rağmen, kadının bu umursamazlığı, doğadaki yerini de sana öğretiyor. Nitekim bu doğa kanunları içerisinde avına kurduğun pusuyu duyulabilir hale getirdiğinden, kadın omuzları üzerinden devirdiği bakışlarıyla varlığını fark ediyor. Sözlerin kadını pek etkilememiş olacak ki, yüzü somurtkan bir hale geliyor ve kadın sana bir cevap vermek için dudaklarını aralıyor usulca. Ne var ki, tam bu anda kalabalıkta kopan bir gürültü kadının bakışlarının ringe dönmesine neden oluyor ve kadınla birlikte sen de bakışlarını çevirdiğinde, Kaiza’nın boylu boyunca yere uzanmış halde olduğunu, John’un ise onun üstünde olduğunu görüyorsun. Bu görselin ardından, kel adamın John’un 104 puan aldığı yönündeki coşkusu kalabalığı daha da gaza getirmiş gibi dururken, siyah saçlı kadın zevk dolu bir kahkaha atarak sana dönüyor ve “Omzunda anca arkadaşın ağlar!” diyor tamamen küçümser bir tavırla. Kadının ses tonu açıkça seni ve Kaiza’yı hor gören bir tınıda oluyor ve bu durum sadece aranızdaki ilişkiyi değil, doğanın kanunlarını da tetikliyor. Zira az önce varlığınla pısan iki adam, kadının bu sözlerine coşkulu bir kahkahayla tepki vererek saflarını belli ediyor. Bu haliyle Kaiza’nın yere serilişi, dişinin yaralı aslanı bırakıp farklı bir erkeğe yönelmesine ve sırtlanların da yaralı aslanın etrafında dönüp durmasına neden olmuş gibi oluyor.
Off Topic
Bir sonraki tur öncesinde imza formlarını tamamlamış olursanız ne de güzel olur, bir bilseniz. 
