İsim: Cyrus "Volkanik Yargıç" Blazeheart
Yaş: 20
Cinsiyet: Erkek
Boy: 183
Kilo: 75
Uyruk: Quelch Krallığı
Rütbe: Teğmen - & Magnus Blazeheart
Tayfa Rolü: Rütbeli - Çaylak
Portre
Görünüm:

Saçları, denizin kızgın dalgalarına meydan okuyan bir güneş gibi altın sarısıdır; her bir tel, sert rüzgârlarla dans eden bir flamayı andırır. Uçlarında beliren kızıl parıltılar, batmakta olan bir güneşin ufukta bıraktığı son ışık huzmelerini çağrıştırır. Bu saçlar, onun yalnızca cesaretini değil, denizlerde fırtınalarla savaşmaya ant içmiş ruhunu da gözler önüne serer.
Gözleri, içindeki sonsuz okyanusu barındıran derin turuncu bir renktedir. Bu bakışlar, engin denizlere meydan okuyan bir kararlılığı ve masmavi ufuklara duyduğu hasreti taşır. Herkese adaletin, cesaretin ve özgürlüğün ne olduğunu hatırlatan bir ateş barındırır.
Üzerindeki denizci üniforması, dalgalanan bir adalet bayrağı gibidir. Omuzlarındaki beyaz apoletler, denizlerin üzerinde yükselen bir liderin gücünü ve sorumluluğunu temsil eder. Üniformasının belinde, bir denizci amblemi işlenmiş geniş, lacivert bir kemer göze çarpar. Göğsünde taşıdığı beyaz ceket ise sırtına doğru uzanan ve dalgalanan alev desenli pelerini ile birleşerek onu bir efsaneye dönüştürür. Pelerin, yalnızca bir sembol değil, aynı zamanda onun ruhunun ateşiyle alev almış gibidir; beyazdan turuncuya, turuncudan derin bir kızıllığa geçiş yaparak sanki rüzgârla yanmaya devam eden bir bayrak gibidir.
Ayaklarında siyah, sağlam çizmeler vardır; dalgalı güvertelerde, taşlı limanlarda veya düşman gemilerinin güvertelerinde daima yere sağlam basmasını sağlar. Çizmelerinin kenarında zarif bir şekilde işlenmiş deniz dalgası motifleri, onun denizle olan bağını sessizce haykırır.
Her adımı, açık denizlere duyulan bir meydan okuma gibi yankılanır. Omuzlarına yüklenmiş sorumluluk, dalgalar gibi ağır ama bir o kadar da onurludur. O, denizlerin kahramanı ve alev gibi sarsılmaz iradeye sahip bir denizci; sadece bir asker değil, aynı zamanda engin denizlerin özgürlüğünü koruyan bir koruyucudur.
Gözleri, içindeki sonsuz okyanusu barındıran derin turuncu bir renktedir. Bu bakışlar, engin denizlere meydan okuyan bir kararlılığı ve masmavi ufuklara duyduğu hasreti taşır. Herkese adaletin, cesaretin ve özgürlüğün ne olduğunu hatırlatan bir ateş barındırır.
Üzerindeki denizci üniforması, dalgalanan bir adalet bayrağı gibidir. Omuzlarındaki beyaz apoletler, denizlerin üzerinde yükselen bir liderin gücünü ve sorumluluğunu temsil eder. Üniformasının belinde, bir denizci amblemi işlenmiş geniş, lacivert bir kemer göze çarpar. Göğsünde taşıdığı beyaz ceket ise sırtına doğru uzanan ve dalgalanan alev desenli pelerini ile birleşerek onu bir efsaneye dönüştürür. Pelerin, yalnızca bir sembol değil, aynı zamanda onun ruhunun ateşiyle alev almış gibidir; beyazdan turuncuya, turuncudan derin bir kızıllığa geçiş yaparak sanki rüzgârla yanmaya devam eden bir bayrak gibidir.
Ayaklarında siyah, sağlam çizmeler vardır; dalgalı güvertelerde, taşlı limanlarda veya düşman gemilerinin güvertelerinde daima yere sağlam basmasını sağlar. Çizmelerinin kenarında zarif bir şekilde işlenmiş deniz dalgası motifleri, onun denizle olan bağını sessizce haykırır.
Her adımı, açık denizlere duyulan bir meydan okuma gibi yankılanır. Omuzlarına yüklenmiş sorumluluk, dalgalar gibi ağır ama bir o kadar da onurludur. O, denizlerin kahramanı ve alev gibi sarsılmaz iradeye sahip bir denizci; sadece bir asker değil, aynı zamanda engin denizlerin özgürlüğünü koruyan bir koruyucudur.
Kişilik: Volkanik bir ruha sahip bu adam, geçmişinin küllerinden doğmuş bir feniks gibidir. Yürüdüğü her toprak, ayak izlerinde dumanlar bırakır; nefesi sıcak, bakışları lav kadar keskindir. Cyrus, hem yakan hem koruyan bir ateşin çelişkisini taşır bedeninde. Onun kişiliği, travmanın demir pençeleriyle yoğrulmuş bir irade, kontrolsüz güce meydan okuyan bir disiplin ve maskelenmiş bir yalnızlık ile örülüdür.
Çocukluğu, bir hançerin geceyi bölmesiyle paramparça olmuştur. Ailesinin katledilişini izlerken içine işleyen çaresizlik, onu ateşin kollarına itmiştir. O an, Mera Mera No Mi’yi ısırdığında, sadece bir meyve yememiş; intikamın, koruma içgüdüsünün ve öfkenin tohumlarını da yutmuştur. Magnus’u sırtında taşıyarak kaçtığı o üç günlük ölüm-kalım yolculuğu, Cyrus’a bir ders vermiştir: Güçsüzlük, ölümden beter bir zaaftır. Bu yüzden ateşini ehlileştirmek için kendini eğitirken, alevlerin dilinde bir şiir yazmıştır:
"Yalnızca yıkmak için değil, hayatta kalmak için yan."
Cyrus’un elleri, alevlerle dans ederken bile titremez. Ancak bu güven, bedelini ödediği bir savaşın sonucudur. Yetimhanenin soğuk duvarları arasında, avuçlarında ateş böcekleri yaratırken, gücün sorumluluğunu öğrenmiştir. Rahip Jorah’ın sözleri ("Ateşin efendisi ol, kölesi değil"), zihninde bir manifesto haline gelir. Ne zaman ki denizciler arasına katılır, bu sözler onun pusulası olur: Alevlerini, masumlar için bir kalkan, zalimler için bir kılıç yapmayı hedefler. Ancak içinde hâlâ bir parça, o altı yaşındaki çocuğun çığlığını taşır.
"Ateşim bazen kontrolden çıkıyor... Sanki babamın intikamını almaya çalışan bir hayalet," diye fısıldadığı anlar olur.
Denizcilik üniforması, Cyrus için bir kılıftan ibarettir. O, emirleri değil, içindeki adalet ateşini dinler. Bir hastane gemisini korsanlardan koruduğunda, alevlerini duvarlara dönüştürüp sivil hayatları kurtarması, onun gerçek doğasını gösterir: Yıkıcı gücü, yaratıcı bir amaçla bütünleştiren bir dâhi. Ancak üstleri onu "kuralsız" diye yargıladığında, ironik bir gülümseme belirir dudaklarında.
"Prosedürler masumları koruyamazsa, benim alevlerim korur," der, gözlerinde volkanik bir ışıltıyla.
Kardeşi Magnus, Cyrus’un yıkılmaz zırhındaki tek çatlaktır. Onu yetimhanede bırakma kararı, içinde bitmeyen bir hançer ağrısı bırakmıştır. Geceleri, denizdeyken bile Magnus’un çocukluk fotoğrafına bakar. "Seni koruyamazsam, bu gücün ne anlamı var?" diye sorar sessizce. Bu korku, onu daha hırslı, daha acımasız bir savaşçı yapar. Ama aynı zamanda, Magnus’un güvende olduğunu bilmek, ona savaşma gücü verir.
Cyrus’un gözlerinde, yanan gemilerin yansıması vardır. Ancak o, küllerin arasından yeni bir dünya hayal eder. "Bir gün bu ateş sönecek," der, "ama yerine binlerce güneş doğacak." Bu sözler, onun trajik geçmişine rağmen umudu besleyen bir yanının olduğunu gösterir. Yaktığı her şey, aslında yeni bir başlangıç için alan açar. Belki de bu yüzden, halk ona "Volkanik Yargıç" değil, "Küllerin Bahçıvanı" demelidir.
Teğmen rütbesi, ödüller, halkın sevgisi... Bunların hiçbiri Cyrus’u tam anlamıyla tanımlamaz. O, hâlâ o mahzende saklanan çocuktur: Babasının son sözlerini ("Ateşe saygı duy, ama onu çağırma!") unutamayan, annesinin lav kokulu nefesini özleyen. Denizcilik maskesi altında, aslında bir anti-kahraman gizlidir: Kuralları çiğneyen ama vicdanına sadık, yalnız ama tutkulu, yıkıcı ama umut dolu.
Çocukluğu, bir hançerin geceyi bölmesiyle paramparça olmuştur. Ailesinin katledilişini izlerken içine işleyen çaresizlik, onu ateşin kollarına itmiştir. O an, Mera Mera No Mi’yi ısırdığında, sadece bir meyve yememiş; intikamın, koruma içgüdüsünün ve öfkenin tohumlarını da yutmuştur. Magnus’u sırtında taşıyarak kaçtığı o üç günlük ölüm-kalım yolculuğu, Cyrus’a bir ders vermiştir: Güçsüzlük, ölümden beter bir zaaftır. Bu yüzden ateşini ehlileştirmek için kendini eğitirken, alevlerin dilinde bir şiir yazmıştır:
"Yalnızca yıkmak için değil, hayatta kalmak için yan."
Cyrus’un elleri, alevlerle dans ederken bile titremez. Ancak bu güven, bedelini ödediği bir savaşın sonucudur. Yetimhanenin soğuk duvarları arasında, avuçlarında ateş böcekleri yaratırken, gücün sorumluluğunu öğrenmiştir. Rahip Jorah’ın sözleri ("Ateşin efendisi ol, kölesi değil"), zihninde bir manifesto haline gelir. Ne zaman ki denizciler arasına katılır, bu sözler onun pusulası olur: Alevlerini, masumlar için bir kalkan, zalimler için bir kılıç yapmayı hedefler. Ancak içinde hâlâ bir parça, o altı yaşındaki çocuğun çığlığını taşır.
"Ateşim bazen kontrolden çıkıyor... Sanki babamın intikamını almaya çalışan bir hayalet," diye fısıldadığı anlar olur.
Denizcilik üniforması, Cyrus için bir kılıftan ibarettir. O, emirleri değil, içindeki adalet ateşini dinler. Bir hastane gemisini korsanlardan koruduğunda, alevlerini duvarlara dönüştürüp sivil hayatları kurtarması, onun gerçek doğasını gösterir: Yıkıcı gücü, yaratıcı bir amaçla bütünleştiren bir dâhi. Ancak üstleri onu "kuralsız" diye yargıladığında, ironik bir gülümseme belirir dudaklarında.
"Prosedürler masumları koruyamazsa, benim alevlerim korur," der, gözlerinde volkanik bir ışıltıyla.
Kardeşi Magnus, Cyrus’un yıkılmaz zırhındaki tek çatlaktır. Onu yetimhanede bırakma kararı, içinde bitmeyen bir hançer ağrısı bırakmıştır. Geceleri, denizdeyken bile Magnus’un çocukluk fotoğrafına bakar. "Seni koruyamazsam, bu gücün ne anlamı var?" diye sorar sessizce. Bu korku, onu daha hırslı, daha acımasız bir savaşçı yapar. Ama aynı zamanda, Magnus’un güvende olduğunu bilmek, ona savaşma gücü verir.
Cyrus’un gözlerinde, yanan gemilerin yansıması vardır. Ancak o, küllerin arasından yeni bir dünya hayal eder. "Bir gün bu ateş sönecek," der, "ama yerine binlerce güneş doğacak." Bu sözler, onun trajik geçmişine rağmen umudu besleyen bir yanının olduğunu gösterir. Yaktığı her şey, aslında yeni bir başlangıç için alan açar. Belki de bu yüzden, halk ona "Volkanik Yargıç" değil, "Küllerin Bahçıvanı" demelidir.
Teğmen rütbesi, ödüller, halkın sevgisi... Bunların hiçbiri Cyrus’u tam anlamıyla tanımlamaz. O, hâlâ o mahzende saklanan çocuktur: Babasının son sözlerini ("Ateşe saygı duy, ama onu çağırma!") unutamayan, annesinin lav kokulu nefesini özleyen. Denizcilik maskesi altında, aslında bir anti-kahraman gizlidir: Kuralları çiğneyen ama vicdanına sadık, yalnız ama tutkulu, yıkıcı ama umut dolu.
Geçmiş:

"Doğduğum topraklar, gökyüzüne isyan eden volkanların sessiz çığlığıydı..."
Quelch’in üçüncü adasında, bana göre küllerin Yurdu’nda, dünyaya gözlerimi açtım. Babamın elleri kılıç izleriyle, annemin nefesi lav kokusuyla doluydu. Toprak, ayaklarımın altında sıcak ve huzursuzdu; sanki geçmişin günahlarını fısıldıyordu. Vayne Blazeheart—bir korsanın pişmanlığı, bir babanın vedası—bana miras bıraktığı tek şey, avucumda tutuşan bir ateş meyvesiydi. Mera Mera No Mi. Annem, onu "kontrolsüz gücün laneti" diye anardı. Ama ben, ateşin dilini öğrenmek istedim: hem ısıtan, hem yakan...
"Altı yaşımda, gece bir hançer gibi bölündü..."
Kara Bayrak Kardeşliği, babamın izini küllerden sürmüştü. Gemileri, limanı karanlığa boğdu. Babam, bizi evin altındaki mahzene sakladı: "Ateşe saygı duy, ama onu çağırma!" diye uyardı. Kapıyı demir bir kilitle kapattı—son jesti. Dışarıda çığlıklar, cam kırılmaları ve sonra... sessizlik. Evimiz, gözlerimin önünde bir alev denizine dönüştü. Babam ve annem, son nefesini verirken, şeytan meyvesini dişlerimle ezdim. Tadı acıydı—kaybetmenin, korkunun, öfkenin acısı. Ateş, damarlarımda bir canavar gibi uyandı. Magnus’u sırtıma bağladım; küçük bedeni titriyor, gözyaşları yanaklarında buharlaşıyordu. Tahta duvarı yakarak kaçtık. Ayak izlerimiz, kavrulmuş toprağa birer çığlık gibi kazındı. Üç gün üç gece, ormanın derinliklerinde saklandık. Magnus üşüyordu ellerimle ısıttım onu. Alevlerimle balık tuttum, yaprakları kuruttum.
"Yetimhanenin duvarları arasında, ateşimle konuştum..."
Beyaz Yelken Yetimhanesi—rüyaların unutulduğu, çocukluğun paslandığı yer. Ormanda geçirdiğimiz üç gecenin ardından kasabaya geri döndüğümde insanların beni yönlendirdiği yer burası oldu. Magnus’u ısıtmak için, avuçlarımda ateş böcekleri yaratırdım. Geceleri, gizlice sahile çıkar, dalgalara "alevden gemiler" çizerdim. Ama öfke, içimde bir deniz canavarı gibi kabarıyordu. Bir gece, kumların üstünde yaktığım ateş, rüzgârla dans edip kayıkları tehdit etti. Yetimhaneden kaçtığımı fark edip peşimden gelen Rahip Jorah, kül olmuş kumu gösterip, "Ateşin efendisi ol, kölesi değil..." dedi. İlk kez utançla gülümsedim.
"Denizcilerle tanışmam, bir fırtınanın göğsünde oldu..."
On sekiz yaşında, hayatımın en zor kararını verdim: Magnus'u geride bırakmak. Bu, yüreğime saplanan bir hançerin soğukluğu gibiydi. Kaçıp gitmek, onu da yanımda götürmek, zihnimde binlerce kez yankı buldu. Ama kaosla kuşatılmış bu dünyada, onu koruyamayacağım korkusu, kanat çırpan bir kuş gibi içimde çırpınıyordu. Kendi güçsüzlüğümle yüzleşmek zorunda kaldım; önce ateşi ehlileştirmem, sonra onun için bir kalkan olmam gerekti. Magnus’u yetimhanede bırakırken, dudaklarımdan sessiz bir yemin döküldü: "Beni bulduğunda, seni koruyacak kadar güçlü olacağım."
Limanın serin sabahında adımlarım, yeni bir başlangıcın eşiğinde yankılanıyordu. Derken, gözlerim bir sahneye kilitlendi: beyaz üniformalı adamlar, masum bir balıkçıyı dövüyordu. Üniformaları kar kadar beyaz, elleri ise taze kesilmiş et gibi kıpkırmızıydı. Adamın yalvarmaları, martı çığlıklarına karışıyordu. O an, çocukluğumun külleri bir kez daha gözlerimin önünde savruldu. Adaletin rengi beyaz değil, yüreğin derinliklerinde saklı olan saf bir ateşti.
Denizciler arasına katılmam bir kaçış değildi; bu, elimde yanan ateşe bir yön verme arzusuydu. O alevler artık yalnızca bir çocuğun öfkesini taşıyamazdı; adaleti ateşle şekillendirmeye yemin eden bir savaşçının iradesi olmalıydı. Ama denizcilik, bana demir bir kafes sundu: "Korsan avı... Üstlerine itaat... Emirlere boyun eğ!" Sözleri, bir zincir gibi ruhumu sarmaya çalıştı. Ama ben o zincirleri, içimdeki ateşle eritmeye kararlıydım. Benim yasam, yalnızca ateşin yasasıydı; ne itaat ederdi ne de sınır tanırdı.
Fırtınanın tam ortasında denizcilere katıldım. Ancak bu, bir rütbe için değildi—dünyayı yeniden şekillendirmek, mazlumların yanında alevlerimle durmak içindi. O gün, ateşin bir silah değil, bir umut olduğunu ilk kez hissettim. Ve her yandığımda, küllerimden yeniden doğacağıma and içtim.
"Teğmen olduğum gün, gökyüzüne bir duman sütunu yükseldi..."
Rütbem, kanla değil, iradeyle kazanıldı. Bir hastane gemisini korsanlardan koruduğumda, alevlerim sadece yıkmadı—kalkan oldu. Halk bana "Volkanik Yargıç" dedi. Ama ben, yalnızca Magnus’un gözlerinde gördüğüm korkuyu dünyadan silmek istedim.
"Bugün, hâlâ küllerin üzerinde yürüyorum..."
Ateşim, bazen bir anne şefkati, bazen bir cellat bıçağı. Denizciler, beni "kuralsız" diye eleştiriyor—alevlerim prosedürlere sığmıyor. Ama biliyorum: Adalet, bir fenerdir; sadece karanlığı değil, yolu da yakar. Bu yüzden denizcilik benim için bir üniforma değil, bir maskeydi. Altında, hâlâ o kaçak çocuğun yüreği atıyor: babasının gölgesiyle dans eden, kardeşinin nefesini koruyan... Belki bir gün, bu ateş sönecek. Ama o zamana kadar, küllerimden doğan her güneş, adaletin yeni bir şiirini yazacak.
"Ben Cyrus Blazeheart—ateşin hem çocuğu, hem celladıyım. Yanmış bir dünyada, yalnızca ışığımı değil... gölgelerimi de taşıyorum."
Profil
Saldırı Kabiliyeti: D (SAVAŞÇI BONUSU)
Savunma Kabiliyeti: E
Çabukluk: E
Varlık: E
İrade: D
Savaş Yetisi
Savaşçı - Acemi
Nitelikler
Adil
Onurlu
Savaşçı
"Altı yaşımda, gece bir hançer gibi bölündü..."
Kara Bayrak Kardeşliği, babamın izini küllerden sürmüştü. Gemileri, limanı karanlığa boğdu. Babam, bizi evin altındaki mahzene sakladı: "Ateşe saygı duy, ama onu çağırma!" diye uyardı. Kapıyı demir bir kilitle kapattı—son jesti. Dışarıda çığlıklar, cam kırılmaları ve sonra... sessizlik. Evimiz, gözlerimin önünde bir alev denizine dönüştü. Babam ve annem, son nefesini verirken, şeytan meyvesini dişlerimle ezdim. Tadı acıydı—kaybetmenin, korkunun, öfkenin acısı. Ateş, damarlarımda bir canavar gibi uyandı. Magnus’u sırtıma bağladım; küçük bedeni titriyor, gözyaşları yanaklarında buharlaşıyordu. Tahta duvarı yakarak kaçtık. Ayak izlerimiz, kavrulmuş toprağa birer çığlık gibi kazındı. Üç gün üç gece, ormanın derinliklerinde saklandık. Magnus üşüyordu ellerimle ısıttım onu. Alevlerimle balık tuttum, yaprakları kuruttum.
"Yetimhanenin duvarları arasında, ateşimle konuştum..."
Beyaz Yelken Yetimhanesi—rüyaların unutulduğu, çocukluğun paslandığı yer. Ormanda geçirdiğimiz üç gecenin ardından kasabaya geri döndüğümde insanların beni yönlendirdiği yer burası oldu. Magnus’u ısıtmak için, avuçlarımda ateş böcekleri yaratırdım. Geceleri, gizlice sahile çıkar, dalgalara "alevden gemiler" çizerdim. Ama öfke, içimde bir deniz canavarı gibi kabarıyordu. Bir gece, kumların üstünde yaktığım ateş, rüzgârla dans edip kayıkları tehdit etti. Yetimhaneden kaçtığımı fark edip peşimden gelen Rahip Jorah, kül olmuş kumu gösterip, "Ateşin efendisi ol, kölesi değil..." dedi. İlk kez utançla gülümsedim.
"Denizcilerle tanışmam, bir fırtınanın göğsünde oldu..."
On sekiz yaşında, hayatımın en zor kararını verdim: Magnus'u geride bırakmak. Bu, yüreğime saplanan bir hançerin soğukluğu gibiydi. Kaçıp gitmek, onu da yanımda götürmek, zihnimde binlerce kez yankı buldu. Ama kaosla kuşatılmış bu dünyada, onu koruyamayacağım korkusu, kanat çırpan bir kuş gibi içimde çırpınıyordu. Kendi güçsüzlüğümle yüzleşmek zorunda kaldım; önce ateşi ehlileştirmem, sonra onun için bir kalkan olmam gerekti. Magnus’u yetimhanede bırakırken, dudaklarımdan sessiz bir yemin döküldü: "Beni bulduğunda, seni koruyacak kadar güçlü olacağım."
Limanın serin sabahında adımlarım, yeni bir başlangıcın eşiğinde yankılanıyordu. Derken, gözlerim bir sahneye kilitlendi: beyaz üniformalı adamlar, masum bir balıkçıyı dövüyordu. Üniformaları kar kadar beyaz, elleri ise taze kesilmiş et gibi kıpkırmızıydı. Adamın yalvarmaları, martı çığlıklarına karışıyordu. O an, çocukluğumun külleri bir kez daha gözlerimin önünde savruldu. Adaletin rengi beyaz değil, yüreğin derinliklerinde saklı olan saf bir ateşti.
Denizciler arasına katılmam bir kaçış değildi; bu, elimde yanan ateşe bir yön verme arzusuydu. O alevler artık yalnızca bir çocuğun öfkesini taşıyamazdı; adaleti ateşle şekillendirmeye yemin eden bir savaşçının iradesi olmalıydı. Ama denizcilik, bana demir bir kafes sundu: "Korsan avı... Üstlerine itaat... Emirlere boyun eğ!" Sözleri, bir zincir gibi ruhumu sarmaya çalıştı. Ama ben o zincirleri, içimdeki ateşle eritmeye kararlıydım. Benim yasam, yalnızca ateşin yasasıydı; ne itaat ederdi ne de sınır tanırdı.
Fırtınanın tam ortasında denizcilere katıldım. Ancak bu, bir rütbe için değildi—dünyayı yeniden şekillendirmek, mazlumların yanında alevlerimle durmak içindi. O gün, ateşin bir silah değil, bir umut olduğunu ilk kez hissettim. Ve her yandığımda, küllerimden yeniden doğacağıma and içtim.
"Teğmen olduğum gün, gökyüzüne bir duman sütunu yükseldi..."
Rütbem, kanla değil, iradeyle kazanıldı. Bir hastane gemisini korsanlardan koruduğumda, alevlerim sadece yıkmadı—kalkan oldu. Halk bana "Volkanik Yargıç" dedi. Ama ben, yalnızca Magnus’un gözlerinde gördüğüm korkuyu dünyadan silmek istedim.
"Bugün, hâlâ küllerin üzerinde yürüyorum..."
Ateşim, bazen bir anne şefkati, bazen bir cellat bıçağı. Denizciler, beni "kuralsız" diye eleştiriyor—alevlerim prosedürlere sığmıyor. Ama biliyorum: Adalet, bir fenerdir; sadece karanlığı değil, yolu da yakar. Bu yüzden denizcilik benim için bir üniforma değil, bir maskeydi. Altında, hâlâ o kaçak çocuğun yüreği atıyor: babasının gölgesiyle dans eden, kardeşinin nefesini koruyan... Belki bir gün, bu ateş sönecek. Ama o zamana kadar, küllerimden doğan her güneş, adaletin yeni bir şiirini yazacak.
"Ben Cyrus Blazeheart—ateşin hem çocuğu, hem celladıyım. Yanmış bir dünyada, yalnızca ışığımı değil... gölgelerimi de taşıyorum."
Profil
Saldırı Kabiliyeti: D (SAVAŞÇI BONUSU)
Savunma Kabiliyeti: E
Çabukluk: E
Varlık: E
İrade: D
Savaş Yetisi
Savaşçı - Acemi
Nitelikler
Adil
Onurlu
Savaşçı