İsim: Gwyndolyn Cross
Yaş: 19
Cinsiyet: Kadın
Boy: 183
Kilo: 75
Uyruk: Julianna Krallığı
Rütbe: Teğmen
Tayfa Rolü: Kurmay - Çaylak
Portre
Görünüm: Dengeli ve simetrik hatlara sahip; düzgün yerleşmiş kaşları, hafif kavisli ve belirgin elmacık kemikleriyle uyumlu bir çehresi vardır. Orta uzunlukta, dalgalı, siyah saçları omuzlarına zarifçe düşerken, doğal bir parlaklık sergiler. Açık buz mavisi renkte gözleri, derin ve canlıdır. Bakışlarında dikkat çekici bir netlik vardır. İnce, düzgün bir burun ve dolgun, belirgin hatlara sahip dudakları, yüzüne karakter katar. Vücut yapısı, bu yüz özelliklerini tamamlar niteliktedir; zarif omuz hatları, belden itibaren belirginleşen doğal bir inceliğe sahiptir. Göğüs ve kalça oranları, uyumlu ve orantılı bir silüet oluşturur. Genel hatlarıyla fit ve sağlıklı görünüm sergileyen Gwyndolen, hareket halindeyken bile, duruşuyla kendine güvenini yansıtır.
Kişilik: Kendimden bahsetmekten pek hoşlanmam. Yani nasıl biriyim bunu tam çözebildiğimi söyleyemem. Benim sakin olduğumu söylüyorlar. Çok sakin bir kişiliğim varmış. Sanırım biraz doğru her türlü durumda soğuk kanlı kalıp içinde bulunduğumuz krizi çözmeye çalışırım. Oturup ağlamanın mantığı yok sonuçta. Kimseye itiraf etmesemde hatta tam aksini göstermeye çalışsamda duygusal biriyim, zaten benimle biraz vakit geçirenler bu yönümü anlayabiliyorlar. Gururlu biriyim ve onurlu biri olduğumu düşünmek istiyorum. Sonuçta kişinin en önemli şeyi namıdır, ne dostumun ne düşmanımın beni kalleş, şerefsiz bir gibi görmesini istemem.
Yaşadığımız dünyada en çok eksikliğini gördüğüm şeylerden birisi merhamet, bende bunun eksiğini gidermeye çalışıyorum. Annemin mızrağını mazlumlara, garibanlara doğrultmuyorum. Ama, hakedeninde peşini asla bırakmam. Zenginlik para mal mülk bunlar benim için neredeyse hiç önemli değil. Önemli olan şey saygı. Karşımdaki her kim olursa olsun ona saygı göstermeyi öğrendim ailemden ama aynı şeyide karşımdakinden beklerim. Hiyerarşiyide sevdiğimi itiraf edeceğim. Üst rütbelerde gözüm var o yüzden. Hem ne kadar yukarıda olursam değişimi o kadar çabuk getiririm değil mi?
Ben böyle konuşuyordumda bu yanlarımı gören insanlar benim bir samimiyetim olan insanlar olur genelde. Dışarıdan bakanlar biraz soğuk görür beni, pek konuşmayan ve onlardan kaçınan tavrımda bunu destekler. Tanıştıktan ve biraz zaman geçirdikten sonra çenem açılır ve onlarla gerçek anlamda iletişim kurmaya başlarım.
Geçmiş:
Annem kulağıma fısıldamıştı...
Kaç yaşındayım? Beş? Belki altı tam hatırlamıyorum. Soğuk bir kış günü olduğundan eminim. Çıplak ayaklarımın evimizin verandasında nasıl buz kestiğini unutmadım. Babam bir denizciydi, ticaret gemilerinde çalışırdı, güzel para kazanırdı. Onun evde olmamasına alışkındı annem, aylar boyunca evde olmaması normaldi. Kış vakti geldiğinde ise evine dönerdi. Kardeşimle bize garip gurup oyuncaklar, anneme güzel hediyeler getirirdi yanında. Hayal meyal annemi onu beklerken hatırlarım. Verandada oturur sandalyesinde örgü örerdi. Kardeşim olayları anlayacak kadar büyümemişti. Babam bir gece elinde bir çantayla eve geldi. Annemin altınlarının bir kısmını ve biriktirdikleri paranın birazını alıp gitti. Annem gitme demedi, o evdeyken tek kelime etmedi. Gözlerinden bir damla bile yaş dökülmedi. Sessizce sandalyesinde oturdu ve kucağında oturan kızının saçlarını okşadı. Babam o gece evden çekti gitti, hayallerinin peşinden gitmek için. Limandan bir gemi karanlığın içinde rüzgarı yakalayıp ufuk çizgisinde kaybolurken annemin gözlerinden ancak o zaman tek damla bir yaş süzüldü.
Annem güçlü bir kadındı. Babamın gidişi onu paramparça etmişti, ama o yıkılmadan ayakta sağlam bir dağ gibi duruyordu. Kimseye minnet etmedi, tekrar evlenmedi. Bahçemizi tek başına ekti biçti, gitti pazara ticaretini yaptı, bizi kimseye muhtaç etmedi. Babam varken yaşadığımız bolluk içindeki hayattan uzaktık ama bir şekilde geçinmesini biliyorduk. Ben büyüdükçe anneme yardım etmeye başladım. Üçümüz ekip biçiyor, üçümüz pazar arabasını çekiyor üçümüz pazarda boğazımız patlayana kadar bağırıyorduk. Satış kısmını becerebiliyordum, insanların altından girip üstünden çıkıyor güzelce pırasa satıyordum.
Bir kaç yıl böyle idare ettik. Kış sert geçtiği zaman annemin altınlarına başvurduk. Kimseye bulaşmadık, kimseyle kötü olmadık. Bazen bizim kadar şanslı olmayanlara yardım ettik bazen başka şekillerde şansımız yaver gitti.
On bir yaşındaydım. Babamın yüzünü artık sadece hayal meyal hatırlıyordum. Başka bir kış akşamıydı. Veranda yine soğuktu annem yine sandalyesinin başında bir şeyler örüyordu. Ben ise kardeşimi yeni uyutmuş annemin yanına bir yerlere kıvrılmıştım. Karanlığın içinde bir parlaklık belirdi, bir gaz lambasının ışığı yavaş yavaş bahçemize girdi, oradan da verandaya süzüldü. Sakallı bir adamcağızdı bu, yaşlıca. Annem odama gitmemi söyledi, odama gitmemi ve kapıyı kilitlememi. Ben merdivenlerden yukarıya doğru giderken annem bodruma doğru hareketlendi. Adam kapımızı sertçe çalarken kalbimin nasıl küt küt attığını hatırlıyorum. Kardeşimin yanına kıvrılıp dinlemeye başladım. Önce kapı açıldı. Sonra bir şeyler konuşmaya başladılar. Bu konuşma önce tartışmaya evrildi daha sonra tamamen bağrışmaya dönüştü. Kapıyı açmak istediğimi hatırlıyorum. Koşup annemin yanına gitmeyi ve ona yardım etmeyi istediğimi hatırlıyorum. Fakat donmuş kalmıştım. Hareket edemiyordum hatta neredeyse olduğum yere bayılacaktım. Bir şeyler fırlatılmaya başlandı, bir şeyler kırıldı. Daha sonra iki metalin birbiriyle çarpışma sesini duydum. Arka arkaya, net ve güçlü sesler. Bir kaç dakika kadar sürdü. Sonra bir çığlık, ardından küfürler. Dış kapı açıldı bende o zaman kendimde odadan çıkacak kuvveti bulabildim. Evimiz darmadağınıktı, her şey paramparça olmuş, camlar kırılmış, çerçeveler aşağı inmişti. Annemi gördüm, dimdik ayakta duruyordu. Yüzünde ve kollarında çizikler vardı, kanıyordu ama hala ayaktaydı. Elinde bir mızrak vardı, kanlar içindeydi o mızrak. Mızrağın dibine kesilmiş bir kol duruyordu salonumuzu kanıyla kirleten.
Annem bu olayı konuşmak istemedi bende irdelemedim. O mızrağın evimizde ne aradığını sormadım, annemin kimi evden kovaladığını sormadım. Sanki o gece bizim için bir zaman yaşanmamış gibi davrandık. Eşyalarımızın tamir edilebilecek gibi olanlarını tamir ettik, edemediklerimizin yerine yenisini yavaş yavaş koymayı başardık. Tabii kardeşimle meraktan kıvranıyorduk. Annemin komşuya gittiği bir gün kardeşimle ders çalışma bahanesiyle eve kaçtık. Annemi bodruma girerken görmüştüm, o yüzden hedefimiz orasıydı. Kardeşim kilitli kapıyı biraz zorlanarakta olsa açmayı başardı. Mızrak karşımızda duruyordu, duvara çakılmış kancalara monte edilmişti. Hemen altında da bir sandık vardı. Kardeşimin gözlerinin içine baktım, mesajı aldı ve sandığın kilidini açtı. İçinde iki tane garip mi garip görünen meyve vardı. Tabi biz iki gerizekalı o meyvelerin şeytan meyvesi olduğunu bilmiyorduk o zamanlar. Karnımız açtı tatlı da gözüküyorlardı ben bir tanesine geçirdim dişlerimi. Tadı iğrençti yarısında bıraktım. Diğer meyveyi kardeşim hüpletti. Açıkçası o zamanlar neden böyle bir şey yaptığımızı bilmiyorum. İki salak çocuktuk uzun zamandır meyve görmemiştik (bahçemizde sebze yetiştiriyorduk) ve yemek istemiştik, yemez olaydık. İkimizde annemden sağlam bir dayak yemiştik. Tabi bu meyveler haliyle bize bir takım güçler bahşetti ve bu güçler yaş geçtikçe bende bir sorumluluk duygusu oluşmasına sebep oldu.
Bu yaşlarım artık etrafımda dönen dünyayı daha iyi anlamaya başladığım yıllardı. Büyüdüğüm dünyanın annemin anlattığı hikayelerdeki gibi olmadığını anlamam büyük bir uyanış olmuştu. O zamana kadar neden zar zor geçindiğimizi hiç sorgulamamıştım, bunun içine doğmuştum bununla büyümüştüm. Daha sonra komşularımızın, tanıdıklarımızın da bizim gibi olduğunu gördüm. Sefalet ve mutsuzluk her köşedeydi. Bunun tek bir sebebi yoktu. Her evde, her sokakta ve her insanda farklı bir hikaye vardı. Lakin hepsinin sonu aynı durakta birleşiyordu, mutsuzluk. Bu uyanış içimde bir merak duygusunun da filizlenmesine neden oldu. Dünyanın bir köşesindeki bu adada sadece biz mi bu şekilde yaşıyorduk, başka yerlerde neler vardı? Denizlerin üstündeki gemilerde nasıl hikayeler dönüyordu? Tanrıların hazineleri denen şeyler neydi? Arada sırada vakit buldukça bunların hayalini kurmak eğlenceliydi. Bazen bu hayallerin peşinden gitmek istiyordum. Bir gemiye binmeyi ve dalgaların beni götürdüğü yere gitmeyi, ev geçindirmenin yükü olmadan yarını düşünmeden sadece rüzgara güvenerek kendimi akıntıya bırakma fikri cezbediyci. Sanırım babamda böyle düşünmüştü. Bunun farkına varınca düşlediğim bütün hayallerden iğrendim.
Babamla tekrar karşılaşmamız benim marketten döndüğüm bir gün gerçekleşti. Karşılaşma derken onu görmemiştim. Duvarın birine asılmış bir aranıyor posterinde ismini ve resmini gördüm. Kafasına da bir ödül konmuştu. O kadar yılın ardından yaşadığını bilmek garip hissettirmişti sadece. Ama bir detay fazlasıyla dikkatimi çekmişti. Babama bir lakap takmışlardı. Tek kol.
Önümüzdeki bir kaç yıl annemizin hastalığıyla boğuşmakla geçti. Kardeşimle elimizden geleni yapıyor alabildiğimiz ilaçları alıyorduk ama sanırım ikimizde farkındaydık, kaçınılmaz olanı ertelemekten başka bir şey yapamıyorduk. Şansımızda pek yaver gitmiyordu ve korsanların yarattığı tehlike, insanların onlara karşı olan korkusu bunun üzerine hükümetin daha da çekilmez olması ticaretede yansımıştı. Yemek bulmak zorlaştı, ilaç dahada zor bir hal aldı. Soğuk bir kış günü, marketten eve dönerken kardeşimi gördüm. Verandada oturuyordu yıllar önce ben nasıl üşümüşsem onunda aynı şekilde üşüdüğünü görebiliyordum. Sessizce, için için ağlıyordu. Ona sarılmaya gittim, onun gözyaşlarını silerken kendi gözyaşlarıma hakim olamadım. Buğulanmış camın arkasında, şöminenin başındaki sandalyesine oturuyordu annem, elinde kardeşim için örmeye başladığı battaniye vardı. Gözleri kapalıydı, o kadar güzeldi ki... sanki ölmemişti, sanki derin bir uykudaydı.
Annemizin ölümü bizi dağıtmıştı. Kardeşimle ne kadar farklı insanlar olduğumuzu öğrendim. Oda benim gibi yaşadığımız dünyanın aslında ne kadar pislik bir dünya olduğunun farkına varmıştı. Fakat o hep bir isyan içerisindeydi. İçinde bulunduğu duruma karşı hep şikayetçiydi ama çözmeye çalışıyor muydu? Hayır. Birde sanırım benim bir Denizci olmak istemem de onu kışkırtıyordu. Ona göre Denizciler bu dünyadaki kötü giden her şeyin temsiliydi ve tamamen uzak durulması gereken kimselerdi. Belli bir oranda ona katıldığımı söylemek zorundayım. Fakat ben hayatımdaki belirsizlikten sıkıldım. Bu adadan sıkıldım. Kocaman bir dünya, keşfedilmeyi beklerken burada çiftçilik yapıp üç beş beli'nin hesabını yapmaktan sı-kıl-dım. Şimdi sorabilirsiniz neden korsan olmadın? Neden özgürce denizlere açılmadın diye? Korsanlardan kimseye hayır geldiğini görmedim de ondan. Benim ailemi dağıtan bir korsandı, gecenin bir yarısı evimize gelip bize saldıran bir korsandı. Ticaret yaptığım komşularımın mallarını çalanlar korsanlardı. Ben onlar gibi olamam. Ayrıca bir inancım var, sisteme karşı durmak belki onurlu bir davranış buna katılıyorum ama bir şeylerin değişmesini istiyorsak daha büyük değişimlere ihtiyacımız var ve ben bunu sağlamak istiyorum. Bir dünyanın içinde kendimi buldum, onu bulduğumdan daha iyi bir hale getirmek boynumun borcuymuş gibi hissediyorum. Korsan olup kendini kurtarmak kolay, gerçek değişiklikler yapıp dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek işte o güven, özveri ve tecrübe ister.
Kardeşimle aramızdaki anlaşmazlık ufak bir uçuruma dönüştü. Daha sonra birbirimizin sesini duyamayacağımız kadar uzaklaştık. Kavga etmekten ikimizde yorulmuştuk. Bazen haftalarca birbirimizi göremediğimiz oluyordu. Bir gece eve geldiğimde bir not buldum. Kardeşim, babamın ardından gitmişti, onu bulacak ve onunla denizleri fethedecekti. Annem öldükten sonra ilk kez o gün ağlamıştım. Ailem, yıkılmıştı. Büyüdüğüm evim üstüme üstüme geliyordu. Yapacak bir şey yoktu. Bahar geldi, karlar eridi. Benim eğitimim devam etti. Hayatım basitti, bunda garip bir huzur buluyordum itiraf edeyim.
Mevsimler geldi geçti, ben rütbemi aldım denize açıldım. Annemin mızrağı ile "adalet" dağıttım. Tabiki bu dağıttığım adaletin kimin adaleti olduğunun farkındayım ama en azından yardım etme fırsatı bulduğum kim varsa yardım ettim. Korsanların elinden kurtardığımız ailelerin bana teşekkür ettiğini bilmek geceleri rahat uyumama yetiyor. Kardeşimin gidişinden bir kaç yıl sonra onunda kafasına bir ödül konmuştu. Bu ödülü görmek en azından bir yerlerde yaşadığını bilmek rahatlatıcıydı.
Profil
Saldırı Kabiliyeti: D+ (Bonus; "Savaşçı" yetisinden gelmektedir.)
Savunma Kabiliyeti: E
Çabukluk: E
Varlık: E
İrade: D
Savaş Yetisi
Savaşçı
Nitelikler
Adil
Onurlu
Arabulucu