Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:16 pm
Rol: Kaptan
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Kurogane "Morsakal" Jouzen

Post by Kurogane Jouzen »

Genel Bilgiler
İsim: Kurogane "Morsakal" Jouzen
Yaş: 30
Boy: 287
Kilo: 204
Uyruk: Sibilo Köyü/Elpiska Adası/North Blue
Rütbe:
Tayfa Rolü: Kaptan / Sakal Korsanları
Deniz: North Blue

Portre

Görünüm:
Image
Morsakal, oldukça uzun boylu, iri yapılı ve dikkat çekici bir dış görünüşe sahiptir. Uzun boyu ve geniş yapısına rağmen çok sağlam ve kaslı bir vücudu vardır. Sinirlenip kendini sıkmaya başladığında kaslarının bile kasları olduğu gözükmeye başlar. Dev yapısının yanında çok uzun yıllardır denizlerde olmanın tenine katmış olduğu sert yapı yer yer çatlayacak gibidir. Cildi kavrulmuş buğday renginden biraz daha açık renktedir. En dikkat çekici özelliği ise neredeyse göğsüne kadar uzun olan gür, hafif dalgalı ve mor renkli sakallarıdır. Saçları, sakalları ile aynı yoğunlukta ve renktedir. Yüz ifadesi genelde ciddi ve kararlıdır. Kaşları sakalları ile aynı renk ve yoğunluktadır. Gözleri derin bakar. Gözlerinin rengi koyu mavidir, fakat güneşin açısı yüzünden bazen grileşmiş gibi durur.
Morsakal üstü çıplak gezmeyi tercih eder. Kaptan olduktan sonra başına takmış olduğu siyah renkli altın işlemelere ve altın rengi kurukafaya sahip şapkasını başında gezdirmeyi tercih eder. Aynı şekilde Bloodwind Korsanlar'ının eski yelkeninden yapılma altın zincirler ile süslenmiş kırmızı pelerinini onları unutmamak için ve şans getirdiğini düşündüğünden sırtından çıkarmaz. Kalın bir korsan kemeri takar ve korsan pantolonları ve botu giyer. Kendi boyutu için bile bir tık uzun ve geniş sayılabilecek bir korsan kılıcı taşır. Korsan kılıcının balçak kısmı altın renklidir.

Kişilik: Travmalar ile dolu bir çocukluk ile başlayan denize açılma hikayesi ve bir korsan olarak büyümek. Hayatta kalma, irade, keskin kararlar verebilme ve doğal olarak insanların fitilini ateşleyebilme konularında kazanılmış beceriler. Her gün bir öncekinden daha zor olacak bir hayatı yaşamanın verdiği tecrübe, iyi dostluklar ve en önemlisi korsanlığın kurallarını ve raconlarını iyi anlamak. Kendisini bu hayata sürükleyen sebepleri unutmamak ve zaman içinde hayatına giren diğer insanlar ile birlikte gelişen dünya görüşüyle birlikte; Morsakal bugün olduğu kişi olmuştur. Neşeli korsan şarkılarını, bağırış ve çağırışı, iyi arkadaşlıkları sever. Zalimin zulmüne dayanamaz ama aynı zamanda da iyi bir savaş stratejistidir; rakibini tartmadan saldırmamayı acı bir şekilde yaşayarak öğrenmiştir. Tayfalarda dostluk ve arkadaşların önemi kadar, ast üst ilişkisi ve nihai kararların kaptanın ağzından çıkması gerektiğine inanır.

Geçmiş:

1. Köken ve Çocukluk Dönemi

[Elpiska Saga | Sibilo Village Arc]

Image
Elpiska adası… North Blue’da bulunan oldukça büyük bir adanın küçük bir köyünde doğmuştu Jouzen. Ada üzerinde birden fazla şehir ve onlarca köy barındırabilecek kadar büyük bir ada olmasına karşın, tek bir krallık veya doğrudan denizciler tarafından yönetilmiyordu. Köylerde yerel yönetimler, köy yönetimlerini denetleyen şehir yönetimleri ve şehirlerin hepsini denetleyen her köy ve şehirden insan barındıran bir meclisi vardı. Deniz kenarına yakın, diğer köy ve yerleşim yerleri ile arasında kocaman bir vadi bulunan Sibilo köyü Jouzen’in doğduğu köydü. Her kıyı yerleşkesi gibi, balıkçılık köyün geçim kaynaklarından biriydi; bunun yanında ahşap işleriyle uğraşanların sayısı da az değildi. Köyün ana geçim kaynağı ise hiç şüphesiz girişi neredeyse köyün içinde olan ve adanın merkezine doğru yer altına doğru meyilli bir şekilde uzanan koridora sahip Sibilo Madeni’ydi. Maden obsidiyen, mor kuvars, ay taşı gibi ham halleri çok değerli olmayan taşlara ev sahipliği yapıyordu. Köy halkı işbirliği içinde madende çalışıyor, çıkardıkları taşları köye en yakın şehir olan Vardessa şehrine, doğal sebeplerden nispeten tehlikeli olan Kavrien Vadisi üzrerinden gönderiyorlardı. Vadi Kervanları köy tarafından çıkarılan madenleri alıp işlenmeleri için Vardessa’ya doğru yola çıkıyorlardı. Jouzen’in babası Arutaru da bu köyde doğmuştu. Köydeki diğer çocuklar gibi kazma taşıyabilecek yaşa geldiğinde o da madenlerde çalışmaya başlamıştı. Jouzen 5-6 yaşlarına geldiğinde ise Arutaru artık sadece bir maden işçisi değil, aynı zamanda madenlerdeki çalışma koşullarını ve şartlarını belirleyen Simasen isimli madem sendikasının başkanıydı. Simasen neredeyse elli yıllık bir sendikaydı ve Melvarium şehir yıkılıp, Vardessa şehri kurulurken kurulmuştu. Maden girişinin yüz metre ilerisinde merkez binası olan bu sendika, son dönemde düşen maden fiyatları ve Vadi Kervan’larının ucuza aldığı madenleri yirmi-otuz katı daha pahalıya Vardessa’ya sattığı bilgisi ile çalkalanıyor; zor dönemler geçiriyordu. Arutaru’nun elini kolunu ise dünya hükümeti tarafından gönderilen denizcilerin Vadi Kervanlarına verdiği destek bağlıyordu.

Bu yaşananların hiçbirinden haberi olmayan ve olabildiğince sıradan bir çocukluk geçiren Jouzen ise her çocuğun yapması gereken gibi yaşıtlarıyla oyun oynayarak, denizde yüzmeye giderek veya annesi ile vakit geçirerek hayatını yaşamaya devam ediyordu. Kendinden yaklaşık on yaş büyük olan kuzeninin haftalar öncesinden vermiş olduğu Rüzgarçanı Sirk’ine gitme sözünün geldiği gün ise Jouzen heyecandan kafayı yiyecek gibi hissetmişti. Sabaha kadar uyuyamadı, sabah ilk iş ise kuzeniyle beraber yola koyuldu. Adanın kıyısından merkezine doğru olan güzergahta Kavrien Vadi’si varken, sahil yolunu takip ettiğinde Tenari Çayırları’na çıkıyordu yol. Çayırlara kurulmuş büyük sirk ve panayır alanında deliler gibi eğlenmişti Jouzen. Değişik hayvanlar, olabildiğine tatlı şekerlemeler ve dönme dolap. Güneş batmaya başlarken yürüyecek hali bile kalmamış olmasına rağmen hala bir tur daha atmak istiyordu Sirkte ama geri dönmeleri gerektiğinin de farkındaydı. Hava tamamen kararmadan köylerine dönmeleri, buraya gelmeden önce özellikle şart olarak koşulmuştu kendilerine. Köye doğru yaklaşırlarken her zaman olduğundan farklı bir şeyler varmış gibi hissetmeye başlamıştı Jouzen. Kuzeninin suratına baktığında da aynı şaşkınlık ifadesini görebiliyordu. Güneş neredeyse tamamen batmak üzereydi, herkes uyanık olmalıydı ama köyden hiç ses gelmiyordu. Sokakları aydınlatan meşalelerin parladığı apaçık ortadayken köyün bu kadar sessiz olması her adımında daha garip hissettiriyordu Jouzen’e. Kaşları çatık bir şekilde kuzeninin elinden tutarak ne olduğunu anlayabilmek için köye doğru yürümeye devam ettiler. Köye girdiklerinde ise insanların evlerinde değil, tek bir notkada toplandıklarını görmüşlerdi. “Neden kimseden çıt çıkmıyor?” diye sorduğunda ise sanki sesi gece sessizliğini bölen bir çığlıkmış gibi yankılanmıştı yüzlerce insanın içinde. İnsanlar başlarını sesin geldiği ikiliye doğru çevirdiğinde ise korkunç gerçekle yüzleşmişti Jouzen. Ağzılarının kenarlarından kan sızan insanlar, dudaklarının kenarlarında kurumuş kan olanlar ve sadece dili değil çenesi de kesilen insanlar… Herkes Simasen binasının olduğu yerde toplanmış bir çember şeklinde tek noktaya bakıyorlardı. Çoluk çocuk demeden herkesin dili veya çenesi kesilmiş, kimse konuşmuyordu. Köy halkının suratlarında sadece dehşet ifadesi vardı. Elleri ile saçlarını iki yana yolanlar, suratını yere vurup bağırmaya çalışan çenesiz insanlar ve bu vahşeti görüp katalepsi geçiren çocuklar. Herkesin baktığı yer Jouzen’in babasının her gün çalışmaya gittiği yerdi. Jouzen nereye bakıldığını anlamak için kalabalığı yararak herkesin etrafında çember kurduğu alana geldi. Babası, annesi ve onlarla beraber 8-10 kişi daha. Üst üste atılmış bir ceset yığını. Artık nefes almayan ailesini gördüğü gibi dizlerinin üstüne çöküp gökyüzüne bakarak bağırmaya başlamıştı.

[Elpiska Saga | Melvarium Orphanage Arc]

Image
Vahşetin üstünden tam 6 sene geçmişti. Aynı bahçe duvarının içinde geçen seneler. Her sabah aynı saatte uyan, aynı saatte kahvaltı yap, aynı saatte bahçeye çık, kötü hocalardan anlaşılmayan dersler al, aynı saatte akşam yemeği ye ve uyu. Tüm bunları tekrar tekrar yaparken kafasında olan tek düşünce; ailesini öldüren insanlar. Arutaru ölmeden önce sendikanın başkanı olarak büyük bir bildigeya yayınlayıp, fakirleşen köyünün daha iyi şartlar altında yaşaması ve çalışması için madenin kapısına kilit vurmayı düşünmüştü. Tüm sendika ile konuşup her şeyi başlatmak üzereyken bu bilgi Vadi Kervancılarına ve dolayısıyla Denizcilere sızmış aralarında tartışma başlamıştı. Boyun eğmeyen Arutaru’nun sert duruşuna karşılık, Denizciler uyduruk bir sebep bularak köye girip herkesin dilini veya çenesini kesmişlerdi. Verilen mesaj çok netti, sesinizi kesin. O günden sonra Sibilo köyü sessizliğe bürünmüş, çıkan tek ses madende vurulan kazma sesleri olmuştu. Jouzen ise ailesiz kaldığından çok geçmeden Vardessa şehrine gönderilmiş ve en azından ikiyüz yıllık bir kurum olan Melvarium Yetimhanesi’ne bırakılmıştı. Kavga etmeyi, aç kalmamayı, iş çevirmeyi, insan idare etmeyi, yalan söylemeyi ve hırsızlığı bu çürümüş yetimhanede öğrenmişti. Hayatta kalmak için ne yapması gerekiyorsa onu yapmıştı aslında çünkü yetimhanenin şartları, hapishaneden farksızdı. Hatta neredeyse Sibilo köyünde dilsiz ve çenesiz insanlarla yaşayıp her gün aynı travmayı yaşamak buradan daha iyi bile olabilirdi. Despot yöneticiler, kötü yemekler, yetimler arası gruplaşma, büyüklerin küçükleri ezmesi, masumların üzerine suçların atılması, yumruklaşarak kavgalar ve cezalar. Jouzen son birkaç yıldır neredeyse her gün buradan nasıl çıkacağı ile ilgili hayal kurmaya başlamıştı. Kendi dört kişilik arkadaş grubu ile de aynı düşüncelerini paylaşıyordu. Her gün beraber plan yapıyorlardı ama diğer üç arkadaşı planı uygulama konusunda yeterli cesareti gösteremiyorlardı. Jouzen’in yaşıtlarını sözleri ile etkilemek konusunda çok da harika bir başarısının olmaması yüzündendir belki de bilinmez ama akşama kadar efsane korsanlar hakkında konuştuğu, one piece’in ne olduğu ile ilgili uydurmalar yaptığı arkadaşları konu yetimhaneden kaçma planlarını uygulamaya geldiğinde çok çekinik kalıyorlardı. Hayal güçleri ise olabildiğine yüksekti. Gerçekte olmayan korsanları sanki gerçekmiş gibi sessizce birbirlerine anlatıyorlar, birbirlerinden duyduğu uydurma hikayeleri başkalarına satıyor, başkalarından duydukları yarım yamalak bilgiler ile dış dünyayı şekillendiriyorlardı kafalarında.

Jouzen 12 yaşını doldurduğunda aklı nispeten biraz daha başına gelmeye başlamıştı. Öyle ya da böyle buradan çıkmanın bir yolunu bulmak için her gün daha fazla izliyordu etrafı. Daha farklı planlar yapıp, planların nasıl gideceği ile ilgili düşünüyor, düşündükçe yeni planlar buluyor, düşündükçe planlarının ne kadar kötü olduğunun farkına varıyordu. Yetimhane müdürü Mina Molder’ın her akşam sigara içmek için bahçenin köşesinde durduğu yeri camlardan izleyerek takip ediyor, bir açığını arıyordu. Kurum her ne kadar ikiyüz yıllık ve çürümüş bir bürokrasiye sahip olsa da, bu kadar yıl boyunca içeridekileri dışarıya çıkarmayı engellemek için tüm önlemler alınacak şekilde inşaa edilmişti. Aylar geçmeye devam ediyor, Jouzen hiçbir açık bulamıyordu.

Düşünme şeklindeki problemin ne olduğunu anlaması sadece 1 saniye sürmüştü. Sürekli açık arıyordu, etraftan nasıl dolaşabileceğini düşünüyor, kimi nasıl kandırabileceği ile ilgili planlar yapıyordu ama bunların hepsi boştu. Aydınlanma yaşadığı saniyenin akşamında, yemekte verilen yenmeyen cevizleri topladı Jouzen. Yönetici masasından ise bir şişe susam yağı çaldı. Herkes gibi önce bulaşıkhaneye girip tabağını yıkarken lavabonun olduğu bankonun altındaki dolapta duran kimyasallara baktı. Hiçbir şey anlamıyordu. Önemli olmadığını düşündü. İşi bittikten sonra çamaşırhane sırasına girdi, kıyafetlerini çamaşırhanede yıkarken, çamaşırhanedeki kimyasalları inceledi. Bu hapishane gibi hissettiren yerde 1 dakika daha durmaya tahamülü yoktu. Lady Molder’ın sigara içmeye çıkmasını bekledi ve gizlice onun odasına sızıp çakmak veya kibrit benzeri bir şey aradı. Sadece tek çakmağı olmamalı diye düşünerek girdiği odada, düşündüğü şey doğru çıktı ve kutu ile kibrit buldu. Odaya geri dönüp çarşafını topladı ve kolunun altına dürüp çamaşırhaneye yöneldi tekrar. Her şey çok hızlı oluyordu, bir planı bile yoktu ama çamaşırhanede alabildiği tüm kimyasalları çarşafın içine kutuları ile birlikte sarıp mutfağa yönelmişti bile. Mutfakta bulabildiği kimyasalları da alıp, kenarda duran metal kovayı da koluna geçirip bahçenin yolunu tuttu. Bu plansızlığına rağmen gökyüzünden gelen ilahi bir müdahale ile kimse Jouzen’i görmeden bahçe duvarının dibindeki çam ağacının altına kadar gelmişti. Duvarı karşısına alıp ağacın arkasına geçti. Kimyasalları kovaya doldurmaya başladı. Yükselen garip duman bulutlarını içine çekmeden eline geçirdiği tüm kimyasalları kovaya doldurmaya devam ediyordu. Kovadaki sıvı ve granül karışımı garip bir hal almaya başlamıştı bile. Tüm kimyasallar karıştıktan sonra kovayı çarşaf ile sardı ve ceviz kabuklarını çarşafın üzerine atıp çarşafı susam yağı ile yağladı. Tek bir parıltıya ihtiyacı vardı. Etrafına bakındı, bahçede gezen hiç kimse yoktu. Koca binanın bu köşesinde yapayalnızdı. İlahi güçlerin kendisine verdiği bu şansı boşa harcamadan önce harekete geçmesi gerektiğini hissetti ve yağ ile bulanmış çarşafa sarılı kovayı metal tutacağından tutup zorlanarak duvarın dibine kadar taşıdı ve kovanın üzerine çam ağacından düşen çalı çırpıyı attı. Kibriti çıkardı, birkaç saniye boyunca ona baktı ve çarşafın büzdüğü tarafını ateşe verdi. Her şey çok hızlı olmuştu. Yağa bulanmış çarşaf bir anda alev aldı. Ceviz kabukları tütüp kara dumanlar çıkarmaya başlarken Jouzen kovadan uzaklaştı. Çam ağacının öbür tarafına geçip bağırmaya başladı. “Bugün kurtuluş için tek şansımız! Uyanın uyumayın! Kalkın ve odalarınızdan çıkın! Molder’ın zulmünden bugün kurtulacağız.”. Yetimhanenin çam ağacına bakan cephesindeki pencelerede çocuk suratları gözükmeye başlamıştı. Jouzenin arkasında yükselen alev ve kara dumanlar duvarın yüzeyini yalayarak gökyüzüne yükseliyordu.

“Dünya sizi susturduysa, bırakın ben bağırayım!”

Son cümleyi haykırmasıyla kimyasal dolu metal kova kulakları sağır edecek kadar güçlü bir ses çıkararak patladı. Duvarın parçaları etrafa uçuşuyordu. Camlardaki çocuklar gözleri büyümüş bir şekilde arkasında patlama olan Jouzen’e bakıyorlardı. Jouzen tek elini havaya kaldırıp çocukları yumruğu ile selamladı. Bir anda yetimhanenin bahçeye açılan kapısından onlarca çocuk dışarıya doğru koşmaya başladı. Yetimhane görevlilerinin sayısı çocukların sayısına göre yüzlerce kat daha düşük sayıdaydı. Çocukları yakalayamıyorlardı. Patlayıp yarılan ve dumanlar yükselen duvardan rahatça dışarıya kaçıyordu çocuklar. Jouzen ayakları kopana kadar koşmaya devam edeceği ile ilgili kendine söz vermişti.

2. Gençlik Dönemi

[Red Sailcloth Saga | Breakwater Pirates Arc]

O gün kaç saat koşmuştu, hiç dinlenmiş miydi, yolda ona yardım eden biri olmuş muydu hiçbirini hatırlamıyordu Jouzen. Tek hatırladığı şey burnuna gelen pas kokusuyla uyandığında, dirseğinden aşağısında bir kol ve el yerine paslanmış bir kanca olan bir adamın kucağında, bayrağında dalgaları parçalayan bir siyah çapraz bir kılıç olan bir korsan gemisine doğru taşındığıydı. Ne zaman tam anlamıyla alışıp, bu tayfanın bir parçası olmuştu emin değildi ama Breakwater Korsanlarının miçosuydu Jouzen. Kendini gemiye taşıyan adam, tayfanın en yaşlı üyesi Drogg-u. Eski bir balıkçı, tek kolu yok; kolu yerine yıllar yıllar önce demirden bir kanca yaptırmış ve fakat yılların ve tuzlu deniz suyunun etkisi ile demir çoktan paslanmış. Yeni bir takma kolun eskisi kadar rahat hissettirmeyeceğini düşünerek aynı kolu takmaya devam ediyor. Kaptan ise Gor Stellan namı diğer (Buz Kemiği Stellan). Hasso Hasso no Mi yemiş bir şeytan meyvesi kullanıcısı. Kemiklerini titreştirebiliyor. Bunun tam olarak ne işe yaradığını asla anlamamıştı Jouzen ama kendini Elpiska adasından kurtaran bu kaptana çok saygı duyuyordu. Toplamda beş kişiden oluşan Breakwater Korsanları’nın amacı North Blue’nun çetin ikliminde hayatta kalmaya çalışan insanlara yardım etmekti. Denizcilerin veya kralların aynı görevi layığı ile yerine getirmediklerini düşünen bu bir grup insan, bu görevi kendilerine misyon edinmişler ve bunun için çalışıyorlardı. Jouzen ile birlikte 6 kişi olan tayfada Jouzen de kaptanın izinden yürüyüp, onun istediklerini yapmak için borçlu hissediyordu kendisini. North Blue’da onlarca ada gezmişti bu korsan tayfası ile birlikte, yeri geldiğinde boğulmak üzere olan yaşlı teyzeyi diz boyu su olan denizden kurtarmış, yeri geldiğinde ise düşük rütbeli denizciler ile mahalle kavgasına tutuşmuştu. Yıllar yılları takip ederken, Jouzen bu tayfada sadakatin, disiplinin ve stratejinin ne denli önemli olduğu ile ilgili şeyler öğrenmişti ama içindeki başkalarının sesi olma açlığı burada yaptıkları ile doymuyordu.

Jouzen 15-16 yaşlarındayken, iyice kuzeyde, buzlarla kaplı bir limana yaklaşıyordu Breakwater Korsanları. Kaptan Stellan’ın suratındaki ifade hiç hayra alamet şeyler söylemiyordu. Kaptanın bir şeylerin yolunda olmadığını bu denli uzaktan hissedebiliyor olması, Jouzen’i onun bilmediği bir takım güçlere sahip olduğunu düşünmesine sebep oluyordu. Kıyıya geldiklerinde ise etrafta kimselerin olmayışı, kasabadaki çatılardan belli belirsiz kara dumanlar yükselmesi kaptanı onaylar gibiydi. Jouzen ve Arvetta (Breakwater Korsanlarının Rotacısı), gözcülük yapmaları için öncü tayfa olarak görevlendirilmiş ve kasabaya gönderilmişti. Kasabaya olabildiğince gizli bir şekilde yaklaştıklarında ise, kasaba halkından insanların zincirlerle bağlanmış bir biçimde kasaba meydanında yere yatırıldıklarını görmüşlerdi. Arvetta bunu Karfel Sürüsü denen korsan tayfası olduğunu buraya yağma için geldiklerinin belli olduğunu söylemişti. Köy meydanına yakın bir evin arka bahçesine yığılmış kar kütlesinin ardında olanları anlamlandırmaya çalışıyordu Jouzen ve Arvetta. Zincire bağlanmış köylülerin etrafında devriye gezen korsanların söylediklerini anlamaya çalışırken, arkalarından kendilerine doğru yaklaşan denizcileri duymamışlardı bile. Her şey bir anda olmuştu, Karfel Sürüsü’ne saldıran denizciler, Jouzen ve Arvetta’yı da onlarla birlikte sanıp Arvetta’nın kollarını sırtında birleştirip yüz üstü yere yatırmıştı. Jouzen ise kendi üzerine çullanan denizciden sıyrılıp, suratını denizciye dönerken ileriye doğru hamle yapmıştı. Biraz önce kendisini saklayan kar kütlesi şimdi geriye doğru adm atan ayaklarına set şeklinde engel olmuş, sırt üstü kar kütlesinin üzerine düşmesine sebep olmuştu. Birkaç saniyeliğine sırt üstü yattığı kar kütlesinden köy meydanına bakmıştı ve orada yaşanan kaosu bir anlık da olsa iliklerine kadar yaşamıştı. Arvetta’nın sırtına binmiş ve onu yerde tutan denizcinin bağırarak emir vermesiyle hemen hamle yapması gerektiğini anlamış ve biraz önce sırt üstü düştüğü kütlenin üzerinde geriye doğru takla attı. Bir anda normal zeminden 1-2 metre yukarıda kalmıştı ve dikkat odağı olmuştu. Elini belinde asılı duran korsan kılıcına attı, kendi sırtına çullanan denizciye doğru baktı ve “Zettai Murasaki: Danzai Ge…” derken sözleri başına aldığı sert bir darbe ile yarıda kesildi.

Soğuk hissiz bir yılan, iki elinin etrafında dolaşıyor; sağa ve sola doğru uzayarak devam ediyordu. Gözlerini açtığında biraz önce izlediği köylüler gibi kendi de zincire vurulmuş ve köy meydanına atılmıştı. Kendi bileklerini bağlayan kelepçelerden uzayan zincirler sağında ve solundaki insanları da bağlıyordu. Yalnız değildi. Gözlerini kırpıştırıp tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışsa da, görüntü ve ses birbirine karışıyor; başına aldığı darbe yüzünden ensesi zonkluyordu. Arvetta iyi mi diye merak edip yanı başındaki zincirli insanlara bakmaya çalıştığında ise yakınlarında onu göremiyordu. Sesler daha net, görüntüler daha opak olmaya başladığında ise bir denizci ve Karfel Sürüsü korsanının el sıkıştıklarını görmüştü. Belli ki savaş çok da uzun sürmemişti, korsanlar ve denizciler bir şekilde anlaşmışlardı. Arvetta ve Jouzen’in onlarla olmadığını söylemiş olmalılardı ki, şu an Jouzen zincire bağlı bir şekilde köy meydanında oturmak zorunda kalmıştı. Elleri bu zincirlerden kurtulmadan, herhangi bir şey yapamayacağını biliyordu, Breakwater korsanlarının geri kalanının buraya gelip onları kurtarmasını beklemekten başka bir şansı olmadığı apaçık ortadaydı. Sesler daha da netleşirken, biraz önce el sıkışan denizcinin bu anlaşmaya şahitlik yapan kimse sağ kalmamalı dediğini duymuştu. Biraz sonra burada bir katliam yaşanacaktı ve Jouzen’in elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bağırıp ayağa kalkmalıydı. En azından ilk ölen o olur, belki buradaki insanları kurtaracak biri gelene kadar denizcileri ve Karfel Sürüsünü bir şekilde oyalardı. Gözleri tamamen açılmıştı. Başını yukarı kaldırıp anlaşmayı yapan insanlara baktı. Çavuş Goram (Yılan Ağız). Denizci 2 metre boylarında, zayıf ve kuru yapılı, kemikli bir yüze sahipti. Burnu eğri, dudakları soğuktan çatlamış ve üst dudağı yukarıya doğru kıvrılmıştı. Bu dudak yapısı, denizciye sinsi bir görünüş veriyordu. Kaptan Ranzel (Sürü Beyi) Karfel Sürüsü Korsanları Kaptanı. Dilimlenmiş karpuza benzeyen üçgen bir kafa yapısı, küt burnu, uzun dişleri ve oldukça kısa bir boyu vardı. Tam olarak ne üzerine anlaşmış olduklarını anlayamamıştı Jouzen ama buna benzer bir anlaşmanın son olduğu köyde tüm köyün dilsiz kaldığını biliyordu. Biraz sonra burada iyi şeyler olmayacaktı. Yumruklarını sıktı ve istemsizce kollarını sağa sola salladı. Zincirlerin çıkardığı ses çavuş ve kaptanın dikkatini çekmişti ve ikisi eş zamanlı olarak başlarını Jouzen’e çevirmişlerdi. İri yarı olanı ne yapalım, öldürelim mi; bu da korsana benziyor bu köyde ne işi var gibi söylemler havada uçuşurken Jouzen lafa girmişti. “Zincirlerimi çözün de size kimin ne olduğunu göstereyim şerefsiz herifler, bu köylüleri de serbest bırakın.”. Çavuş tarafından suratına atılan tekme, cümlesinin bitişi ile aynı ana denk gelmişti. Tekme o kadar sertti ki, Jouzen birkaç saniyeliğine yıldızları saymış; tek gördüğü şey aydınlık bembeyaz bir çarşaf olmuştu.

“Hasso Hasso no mi: Stabbu!”. Kaptan Stellan ve geriye kalan Breakwater korsanları sonunda sahneye dahil olmuşlar, tayfasındakileri ve köylüleri kurtarmak için köy meydanına inmişlerdi. Kaptan kolunu adeta bir mızrak gibi çavuşa doğru uzatmış, vurmaya çalışmıştı. Kolunun titreyişi havada dalgalar halinde yayılıyordu. Drogg-u ise Kaptan Ranzel’e saldırmıştı. Ferro (Breakwater Korsanları Aşçısı) ve Luma (Breakwater Korsanları Doktoru) da savaşa dahil olup diğer denizci ve korsanlar ile çatışmaya başlamışlardı bile. Jouzen bileklerini saran kelepçelerden kurtulmaya çalışıyor, savaşa dahil olmak istiyordu. Rakip kalabalık ve Breakwater Korsanlarını zorlayacak kadar güçlüydü. Luma zincirlerin anahtarını elinde tutan Karfel Sürüsü mensubu korsana erişmeye çalışıyor, hem denizcilere hem Karfel Sürüsü korsanlarına karşı çatışıyordu. Drogg-u önce kaptanına doğru bağırdı ve paslı kancasıyla yaptığı saldırı ile birlikte pozisyonunu değiştirdi. Onun savaş alanındaki tecrübeli hareketi, Kaptan Stellan’a birkaç saniye kazandırmış, Kaptanın kemiklerini titreterek Jouzen’in elindeki kelepçelere ani bir kesme hamle yapmasına müsade etmişti. Titreyen kemikleri adeta testere gibi zincirleri parçalayıp Jouzen’in ellerini serbest bırakmıştı. Kaptan Jouzen’e hadi dermişçesine başını yukarı aşağıya sallamış ve savaşa dahil olmasını istemişti. Jouzen birkaç metre ilerde, yerde duran altın balçaklı korsan kılıcı eline alıp kaptanının yanında savaşa dahil olmuştu. Jouzen’in de katılmasıyla eşitlenen durum sayesinde, Breakwater korsanları daha rahat dövüşmeye başlamışlardı. Jouzen’in gözleri Arvetto’yu arıyordu. Onu da aralarına katmayı başarabilirlerse, bu savaşı problem yaşamadan atlatabilirler diye düşünüyordu. Fakat sorun, Arvetto’nun hiçbir yerde olmayışıydı. Karfel Sürüsü Kaptanı, Jouzen’in bu arayışını anlamış ve onunla dalga geçmeye başlamıştı. “Kızı asla bulamayacaksınız, artık bizim sürümüze ait GWHEGWHEGWHE.”. Drogg-u’nun verdiği öğütlerin aksine, Jouzen savaş meydanında sinirlerine hakim olamamaya başlamıştı. Önüne gelen herkese sertçe hamleler yapıyor, enerjisini boştan yere tüketiyordu. Tuttuğu korsan kılıcı silahlanma hakisi ile kaplanmıştı, en basit denizciyi bile ikiye bölecek kadar sert vuruşlar yaparak arıyordu Arvetto’yu. Daha güçlü olmalıydı, eğer öyle olsaydı Arvetto yakalanmazdı. Onun yakalanmasını kendi suçu olarak görüyor, savaş boyunca yavaş yavaş tüketmesi gereken nefesini çok hızlı bir şekilde tüketiyordu. Drogg-u hem çavuş ile savaşıyor, bir yandan da Jouzen’e sakin olmasını söylüyordu. Bu sefer pozisyonları değiştiren hamleyi yapan Kaptan Stellan olmuştu. Çavuşu kendine rakip almış, Sürü Beyi’ni Drogg-u’ya bırakmıştı. Sürü Beyi ise sırtlan suratlı, kertenkele bacaklı dört ayağı üzerinde koşan bineğine binip köyün diğer tarafına doğru koşturmaya başlamıştı. Jouzen onun kaçmaya çalıştığını düşünerek peşinden koşmaya başladı. Arkasından küfürler savuruyor, Arvetto’nun yerini öğrenmeye çalışıyordu.

Sürü Beyi köy meydanından iyice uzaklaştıktan sonra arkasını dönmüştü. Jouzen’e doğru pis bir bakış atıp, sinsi bir şekilde gülümsedi. Kasabanın geniş bir sokağında karşılıklı kalmışlardı. Jouzen kılıcını sıkıca kavradı ve saldırı yapmaya hazırlandı. Sürü Beyi ise bindiği kertentlan’ın üzerinde oldukça kendinden emin bir şekilde bakıyordu Jouzen’e. O ana kadar tüm enerjisini savaşmaya harcayan Jouzen’in bir tuzağın içine çekildiğini fark etmesi çok uzun sürmüştü. Sokağın sağı ve solundaki binaların üstünde Karfel Sürüsünün korsanları vardı. Ellerinde kumaştan yapılma sapanları sallıyorlardı. Sürü Beyi’nin tiz ve çirkin sesiyle ateş emrini vermesiyle birlikte Jouzen’in üstüne çakıl taşı boyutunda demir mermiler yağmaya başlamıştı. Aynı anda duymuştu Jouzen, Arvetto’nun yardım çığlıklarını. Vücuduna çarpan, onu yaralayan mermilere karşı koymaya çalışıyor, kılıcını kendine siper ediyor ve Sürü Beyi’ne doğru koşmaya çalışıyordu. Arvetto’nun sesi ise Sürü Beyi’nin arkasındaki binanın içinden yankılanmaya devam ediyordu. Jouzen üzerine yağan mermiler ileriye koşarak kaçmaya çalışsa da vücudu daha fazla hasarı kaldıramayacak gibi hissettirmeye başlamıştı. Önce ensesine daha sonra suratına yediği darbeler, uzun süredir yüksek adrenalin ile önüne gelen her şeyi parçalama çabası; son olarak da mermiler… Sınırına ulaşmaya başlamıştı ve işin kötüsü Sürü Beyi’ne yetişemiyordu. Jouzen’in bitmesine ramak kalan o anda önce büyük bir gümbürtü daha sonra yaşlı adamın gür sesi Sürü Beyi’nin arkasındaki binadan duyulmuştu. Parçalanan ahşap kapıdan iri cüssesiyle Arvetto’yu kucağında taşıyan Drogg-u çıkmıştı. Önce Arvetto’yu yere bıraktı, sonra ise doğrudan savaş beyine doğru saldırdı. “Jouzen, Arvetto’yu da al buradan kaçın. Ben size yetişirim!” diye bağırdı. Binaların üstündeki adamlar mermileri artık Jouzen’e değil, Drogg-u’ya sallamaya başlamışlardı. Jouzen her ne kadar ikilemde kalmış olsa da, gücünün tükendiğinin farkındaydı; Paslı Kanca’nın tecrübesine güvenip onun söylediğini yapmalıydı. Arvetto zincire vurulmaya karşı koymuş, çok büyük bir yara almıştı; onun durumu da Jouzen’den pek farksız değildi. Köy meydanına geri döndüklerinde ise gördükleri manzara çok iç açıcı olmamıştı. Gözüken o ki Kaptan Stellan, Ferro ve Luma da iki farklı grupla aynı anda savaşmak zorunda kaldıkları için güçlerini tüketmişlerdi. Çavuş ise kurumuş dudaklarının üzerinde yılana benzeyen dilini gezdirip gülüyordu, Breakwater korsanlarının yerde zincirlenmiş halde tutsak olan köylüler ile aynı sonu yaşayacaklarını söylüyordu. Kaptan Stellan durumun geri dönülmez bir hal aldığının farkına varmıştı, elindeki tek seçenek buradan bir şekilde geri çekilmek gibi gözüküyordu. Jouzen kaptanının gözlerine baktığında planladığı şeyi anında fark etmişti ve köylüleri burada ölüme terk edeceklerinin planını yapan kaptanına karşı çıkmaya hazırdı. Köy meydanında kısa bir süreliğine korkutucu bir sessizlik olmuşmuştu, Karfel Sürüsü korsanları ve Denizciler adeta Kaptan Stellan’ın ağzından dökülecek sözleri bekliyorlarmış gibi öylece izliyorlardı. Breakwater Korsanları planlamadan girdikleri bu savaşı kaybediyorlardı ve Kaptan Stellan’ın bir karar verecekse şu an vermesi gerekiyordu. “Geri çekilin, gemiye dönün!” diye bağırmıştı Kaptan. Jouzen karşı çıkmak istiyordu, çekilemeyiz buradaki herkes ölecek demek istiyor, savaşmaya devam etmek denizci veya korsan kim varsa diz çöktürmek istiyordu ama kaptanının surat ifadesine baktığında onun bu verdiği karar altında kendisinden daha da fazla zorlandığını görebiliyordu. Sağ elinde kılıcı, sol kolunda Arvetto vardı. Ferro’nun vücudu kanlar içinde, Luma’nın ise en azından birkaç kırık kemiği var gibiydi. Çavuş Yılan Ağız kahkaha atmaya başlamıştı, “Ne kadar uzağa gidebileceksiniz tsssahahatshaha!”. Jouzen kaptanının sözünü dinlemek istiyordu fakat vücudu söylediklerini yapmıyordu. Ferro ve Luma ise çoktan geriye çekilmeye başlamışlardı bile. Denizciler ve rakip korsanlar Breakwater tayfasının geriye çekilişini izlemekle yetiniyorlardı. Jouzen hareket ilk adımını geriye doğru attığında, ters çevrilmiş bir kova su gibi boşalmıştı tüm sinirleri. Koşmaya başlamıştı. Arkasına bakmadan, köylüleri görmeyi reddederek, bugün hayatta kalabilmek için koşuyordu. Kar yağışı tayfanın geriye çekilmesi ile aynı anda hızını arttırmış, gökyüzü bembeyaz olmuştu. Paslı kanca ise hala ortada yoktu. Sahile doğru yaklaşmışlardı, teker teker gemiye biniyordu tayfa üyeleri. Drogg-u’nun gelmesini bekleyip buradan ayrılacaklardı. Bu sırada bir silah ateşlendi. Bu belki de hayatında duyduğu en korkutucu barut patlaması sesiydi Jouzen’in. Çünkü bu ses patladıktan sonra sona ermemişti, arkasından yardım çığlıkları, feryat figan bağırışlar ve ağlamalar neredeyse sonrasında ateşlenen silah seslerini bastıracak seviyedeydi. Geminin içinde yere çöktü Jouzen. Başını ellerinin arasına aldı, gözlerini kapadı; şu an burada olmak istemiyordu, bunu yaşamak istemiyordu. Drogg-u’nun bir an evvel gemiye binmesini, çapayı hemen çekmeyi ve buradan ayrılmayı istiyordu. Üstesinden gelemeyeceği seviyede bir güce karşı koymaya çalışıp başarısız olmanın sorumluluğunu iliklerine kadar hissediyor, hareketlerinin sonucu olan cezayı sonuna kadar çekiyordu. Her saniye bir silah sesi daha patlıyor, feryat figan sesleri giderek azalıyordu. Feryatlar yerini korku dolu hıçkırıklara bırakırken, gemide yankılanan zincir sesi başını ellerinin arasından kaldırıp etrafa bakmasına sebep oldu Jouzen’in. Kaptan Stellan geminin çapasını çekiyordu. Drogg-u hala gelmemişti. Jouzen kaptanına ne yaptığını sorarmışçasına, yalavaran gözler ile bakıyordu.

“O geri gelmeyecek…”

[Red Sailcloth Saga | Davy Back Fight Arc]

Image
“Kaptan Valmor (Bloodwind Korsanları Kaptanı), eski dostum. Zor dönemler geçiriyoruz, denizciler kötü niyetliler ile işbirliği yapıyor; krallıklar ise bu duruma sessiz kalıyor. Hükümetin niyeti nedir hiç anlam veremiyorum. Nereye gitsek başımıza iş alıyoruz.”. Güçlü bir biçimde elini sıktı.

“İyi niyetin bir gün seni öldürecek kaptan. Herkes kendi çıkarının peşinde görmüyor musun, bu niyetsizler korsanlığın adını iki paralık etti. Eskiden korsanlıktan eser yok şimdi, ne kurallar kaldı ne de eski raconlar. Birkaç ay evvel Ektork adasına uğradık, biliyorsun işte Shikai’nin barda biraz eğlenelim istedik. Oraya bile denizcileri arkasına alan adamlar çökmüş, Kral Haldor’un umrunda bile değil ya da o da bu işten bir şekilde çıkar sağlıyor. Bilmiyorum dostum. Sahi bu mor sakallı arkadaş kim, Drogg-u nerede?”

“Drogg-u… Dört sene önce göğe yükseldi. Hepimiz hayatlarımızı ona borçluyuz. O olmasaydı belki de şu an burada karşında ayakta duramıyor olacaktım.”

Jouzen başını öne eğdi. Geçen seneler içinde Stellan kendisini yardımcı kaptanlığa kadar yükseltmiş, görüşmelerde yanına almaya başlamıştı. Jouzen ise önceleri Drogg-u’nun anısına ihanet ediyormuş gibi hissetse de, tayfada birinin bu görevi üstlenmesi gerektiği bilinci ile sorumluluğu üstüne almıştı. Breakwater Korsanları Drogg-u’yu kaybettikleri günden sonra büyüme kararı almışlar ve tayfalarına on beş kişi daha katmışlardı. North Blue’da ilişkilerin gerginliği ve açık denizlerin kaosu ve de bunların üzerine Drogg-u gibi bir değeri kaybetmeleri onları büyümeye itmişti. Gittikleri her adada kirli ilişkileri bozmak için uğraşıyorlar, köylülerin hayatlarını kolaylaştırmaya çalışıyorlardı. Sorunun köküne inmek yerine, kocaman yarığa minik çatlak kremi sürmeye devam ediyorlar gibi hissediyordu Jouzen. İki kaptanın sohbeti devam ederken birkaç dakikalığına kendi düşüncelerine dalmıştı.

“O zaman Davy Back Fight olmadan bu sorunu çözemeyeceğiz gibi gözüküyor!” diyerek yükselmişti Kaptan Valmor. Jouzen kendi düşünce balonundan ortama geri dönerken neye uğradığını şaşırmıştı. Konu buraya nasıl gelmişti, aralarındaki husumet neydi, kim kimi istiyordu amaçları neydi tamamen konudan kopuk bir şekilde kalmıştı. Kendi kaptanının “Tayfayı hazırla Jouzen!” demesiyle birlikte içinde oldukları çadırın kumaştan kapısını açıp dışarıya çıkmış ve tayfasının yanına gidip hazırlanmalarını söylemişti.

Toplamda üç etapta bitmesine karar verilmişti bu karşılaşmanın. İlk etap Donut Race olacak, ikincisi Groggy Ring ve son tur kaptanların duellosu ile bitecekti. Jouzen’e takımları hazırlama görevini vermişti Stellan. İlk iki tur 3er kişilik ekiplerden oluşacaktı. Tayfaya göz gezdirdiğinde bir gemi yapıp adanın etrafında en hızlı turu atacak ekibi çoktan çözmüştü bile. Donut Race için Kaptan Stellan, Ferro ve tayfaya geçen sene katılmış olan gemi marangozu Omkili’yi seçti. Karşı taraf ise Dr.Mokka (Bloodwind Korsanları Doktoru), Calypso (Bloodwind Korsanları Dümencisi) ve Gauld (Bloodwind Korsanları Kurmayı) ’u seçmişlerdi. Yarış başladığı gibi ekipler mevcutta bulunan hurda malzemeler ile yaptıkları botlara atlayıp adanın etrafındaki tura başlamışlardı bile. Kaptan Stellan kemik titretme özelliğini kullanarak tek elini suyun içine sokmuş, titreşimli bir motor gibi tekneyi arkadan ittirmeye başlamıştı bile. Bağırışlar, çığlıklar, tezahüratlar ve yırtınmalar ile iki tayfa da kendi ekiplerini destekliyorlardı. Calypso yavaşça yükselen bir sesle şarkı söylemeye başladığında ise derme çatma yapılmış tenkelerinin arkasında oluşan girdaplar onları da yüksek bir hızda ileriye itmeye başlamıştı. Final çizgisine gelirlerken kafa kafaya giden iki tekne, Omkili’nin hurda parçalardan yapmış olduğu mekanizmanın tekneyi bir anlığına 3-4 metre ileriye itmesiyle birlikte final çizgisini geçmelerini sağlamış ve turu Breakwater Korsanları kazanmıştı. Jouzen ellerini havaya kaldırıp bağırıyor, diğer tayfa üyeleri ile kucaklaşıyordu. Bloodwind Korsanları ise kafalarını yeme gömerek ağlıyorlardı.

“CALYPSO!” diye bağırdı Stellan. Calypso her ne kadar istemese de artık Breakwater Korsanları’nın bir üyesiydi.

Kutlamaların, üzülmelerin ve duygu sellerinin ardından ikinci tur için hazırlıkları tamamlamıştı iki tayfanın üyeleri el birliği ile. Jouzen bu tura kendi ismini de yazmıştı. Kendisiyle birlikte Luma ve hızlı olabileceğini, tutup fırlatabileceğini düşündüğü 13 yaşındaki miço Timeru’yu yazmıştı. Rakip ise Brix Rella (Bloodwind Korsanları Patlayıcı Uzmanı), Gauld ve Vizzie (Bloodwind Korsanları Casusu)’den oluşuyordu. Bu turda silah kullanmaya izin yoktu, ortada tam bir güreş dönüyordu. Miço kafasındaki top ile aralardan sıyrılıp çemberin içinden geçmeye çalışıyor, karşı tarafta ise topu taşıyan Vizzie bir görünüp bir kayboluyordu. Jouzen ve Gauld iki dev cüsse birbirlerinin orta çizgiden daha öteye gitmesini engelleyecek şekilde kenetlenmişlerdi. Jouzen akıllı bir hamle ile tek dizini yere koyup, Gauld’un omuzlarına yüklenmesine izin vererek aniden ayağa fırlayıp onu üzerinden takla attırmayı başarmıştı. Miçoyu kolundan tuttuğu gibi çembere doğru fırlatmıştı. Miço havada uçarken bağırışlar kopmaya başlamıştı bile, kazanmışlar gibi gözüküyordu. Üç oyunun ikisini almak sayı avantajını onlara veriyordu. İş kaptanların düellosuna kalmıştı artık, Stellan kaybetse bile Valmor kendi tayfasından birini geri istediği müddetçe Breakwater tayfasından kimse eksilmeyecekti. Başını kalabalığa doğru çevirdi. Sevinç nidaları ile haykıran taraf Bloodwind Korsanlarıydı. Vizzie herkese kendini unutturup, bir şekilde çemberden geçmiş hem de bunu Miço havada uçarken daha çemberden geçmemişken yapmıştı. Jouzen biraz daha erken hamle yapabilse kazanabilecekleri etabı, rakiplerine vermişlerdi. Calypso kendi tayfasına geri dönerken, Stellan Jouzen’i teselli ediyor ona üzülmemesi gerektiğini söylüyordu.

Son turda iş kaptana kalmıştı. Jouzen kaptanının yakın dövüş becerilerine şeytan meyvesinin gücü sebebiyle fazlasıyla güveniyordu. Boks eldivenleri takılmış, kaptanlar konumlarını almış, seyirciler heyecanlı; “ding” sesinin yankılanmasını bekliyorlardı. Zilin sesi yankılanırken iki kaptan birbirlerine doğru hamlelerini yapmış, yumruk yumruğa olan kavgaları başlamıştı. Önce Stellan birkaç sert yumruk atmıştı, sonra ise Valmor. Birbirlerinin etraflarında dönüyor, seri adımlar ile birbirlerinin açıklarını arıyor gibilerdi. Birkaç boşa yumruk ve arkasından bayıltmaya yetmeyecek sertlikte küçük vuruşlar ile birbirlerini yokluyordu iki kaptan. Jouzen bir şeylerin tam olarak yapılmadığını hissediyor ama sesini çıkaramıyordu. Sanki Stellan kendisini tutuyor, fırsatları varken rakibine sağlam bir yumruk indirmiyor gibiydi. Önce bir sol direk yedi alnının ortasına, sonra ise bir sağ kroşe. İki adım geriye sendelerken Valmor fırsatı değerlendirip ileriye doğru seri adımlarla Stellan’ın dibine girdi ve çenesinin altından sağlam bir aparkat ile Stellan’ı yere serdi. Jouzen kaptanının nasıl savaştığını defalarca kez görmüştü, bu savaşanın Stellan olması mümkün değildi; bir yanlışlık olmalıydı. Bu kadar kolayca yenilmesinin bir açıklaması olmalıydı. Gözleri büyümüş, göz bebekleri küçülmüş bir şekilde kaptanının sırt üstü yere düşüşünü izledi Jouzen. Bloodwind Korsanları havaya sıçrayıp bağırmaya başlarken Valmor’un ağzından Jouzen’in kaderini sonsuza kadar değiştirecek olan o sözler döküldü.

“Morsakal!”

Jouzen dahil kimse bu ismi üzerine alınmamıştı. Jouzen kimden bahsedildiğini anlamamış bir surat ifadesi ile etrafına bakarken, iki korsan tayfasındaki herkesin gözlerinin yavaş yavaş kendi üzerine döndüğünü gördü. Kendisi mi gidiyordu? Bu lakap da neydi böyle? Stellan ne yapmaya çalışıyordu? Neden bu kadar kolay kaybetmişti? Jouzen’in gözünden yaşlar dökülmeye başladı. Dizlerinin üzerine çöktü ve ellerini toprağın üzerine koydu. Gözyaşı damlaları yanağından süzülüp toprağı ıslatıyordu. Stellan ayaklanmıştı, eldivenlerini çıkararak Jouzen’in yanına doğru yavaş yavaş adımladı. Jouzen dizlerinin üstüne doğruldu, başı aşağıda gözleri yaşlıydı. Stellan elini onun omzuna koydu ve;

“Artık vakti gelmişti, iraden ve potansiyelin hepimizden daha fazla. Ben, seni daha fazla ileriye götüremeyeceğim bunu biliyorum. Yıllar önce kesişen yollarımız burada ayrılmak zorunda. Her şey için teşekkürler “Morsakal”…”

Stellan’ın sözlerinin ardından dökülen gözyaşları bir sel olmuş, Morsakal sesli bir şekilde ağlamaya başlamıştı. Tüm bu oyunların kendisinin önünü açmak için yapılmış bir tiyatro olduğunu anlamıştı ve hıçkıra hıçkıra ağlamasına engel olamıyordu. Yaşanan sahne karşısında iki tayfanın üyeleri de hüzne boğulmuştu. Ağlayanlar ve gözyaşlarını saklamak için arkasını dönenler vardı… Aynı günün akşamında büyük bir ateş yaktılar, her iki tayfanın aşçıları oradaki herkes için koca bir ziyafet hazırladı. Eskiler konuşuldu, gelecekte neler olacağı tahmin edildi. Artık o Morsakal’dı ve yarın yeni hayatı başlıyordu. An’ın keyfine bıraktı kendisini, içkisini içip korsan şarkıları söyledi. Yarın yeni bir gündü.

4. Marineford Savaşı ve Etkileri

[Red Sailcloth Saga | Bloodwind Pirates Arc]

Image
Fırtına, gök gürültüleri ve şimşekler. Dalgalar üzerinde çizginin hava ile dolu tarafında kalmaya çalışan bir kırmızı yelkenli bir korsan gemisi ve bu korsan gemisini çok da uzak olmayan bir mesafeden takip eden dev bir donanma gemisi. Donanma gemisi devasa boyutlarıyla, korsan gemisinin boyu kadar olan dalgaları rahatça aşarken, korsanlar kendi gemilerinin içinde sağa sola savruluyor, rüzgarın her çarpışında yelkenin bağlı olduğu halatları sıkıca tutmaya çalışıyorlardı.

“YELKENİ AÇIK TUTUN HAREKET KAZANALIM!”

“ÜST YELKENLERİ İNDİRİN, ANA YELKENİ KÜÇÜLTÜN! DİREK KIRILACAK”

“ÖN DİREK GERGİLERİNİ SABİTLEYİN”

“HALATLARA ADAM VERİN İSKELE HALATLARINDAKİ GERGİNLİĞİ KORUYUN!”

“SİNTİNEYİ BOŞALTIN SU BASMASINA İZİN VERMEYİN!”

“DALGAYI YANA ALIRSANIZ DEVRİLİRİZ!”

Korsanlar bir oraya koşuyor Kaptan Valmor’un söylediklerini yapmaya çalışıyorlar, bir buraya koşuyor Morsakal’ın işaret edip bağırdığı halatları çekiştiriyorlardı. İkisinin fikirleri birbiri ile çakışıyor, birinin ger dediği halatı diğeri serbest bırak diyordu. Gemi fırtınaya karşı daha fazla dayanamayacak gibi bir sağa bir sola yatıyor, vahşi bir kısrak edası ile korsanları sırtından atmaya çalışıyordu. Donanma gemisi ise aradaki mesafeyi çoktan kapatmış, toplarını nişanlıyordu. Donanma gemisindeki denizcilerin suratlarında hiçbir ifade yoktu, adeta bir böcek eziyormuşçasına korsanların gözlerinin içine dahi bakmıyorlardı. Bloodwind korsanları geminin içinde başı yeni kesilmiş tavuklar gibi koşuştururlarken o keskin karar donanma gemisinde gür bir ses ile verilmişti. “Ateş!”

Sekiz sene olmuştu. Koca sekiz sene. Kaptan Stellan, Morsakal’ın önünü açması üzerinden geçen bunca senede sayısız macera yaşamıştı Bloodwind Korsanları. Kaptan Valmor’un hedefleri Stellan’ın hedeflerinden büyüktü sadece kendince doğru zamanı bekliyor, aynı zamanda tayfasını büyütmeye devam ediyordu. Grand Line’a girip Yeni Dünyaya açılmak, tayfasının seviyesini oraya çekmek istiyordu. Bunu yapmak için North Blue’da olabildiğince çok adayı ziyaret etmişlerdi; bazen tanıdık yüzler, bazen ise hoş olmayan karşılaşmalar yaşamışlardı. Yeri geldiğinde geri çekilmiş, çoğunlukla da düşmanın üzerine gitmişlerdi. Kaptan tayfanın geri kalanına göre büyük bir yıkıcı güce sahipti, sahip olduğu şeytan meyvesi ile varolan ateşleri hareket ettirebiliyor, onları harlayabiliyor, ateşten duvarlar çekebiliyordu. Morsakal ise bu dönemde hem fiziksel hem de karakter olarak büyümüştü. İradesi güçlenmiş, yardımcı kaptanlığa yükselmiş, tayfaya yeni katılan üyelere abilik yapar pozisyondaydı. Kaptan ile aralarında olan fikir ayrılıkları ise son birkaç senedir pik noktaya ulaşmıştı. Morsakal artık Grand Line’a girmeleri gerektiğini düşünüyor, Kaptan ise bir kıvılcımın kendisine haber vermesini bekliyordu. Ace’in tutuklanması ve idam kararı gazetelere düştüğünde ise Kaptan Valmor bunun kendisinin beklediği haber olduğunu düşünüp Red Line’a doğru çevirmişti rotasını. Morsakal ise bu haberi daha farklı okuyordu, Marineford’da yaşanma ihtimali olan bu büyük savaşın tüm dünyayı etkileyeceğini düşünüyor, korsanlar üzerinde olan baskının artacağına inanıyordu. Hatta ve hatta böyle bir zamanda Grand Line’a girmeye çalışmak bile delilikti ona göre. Giriş çıkışlardaki denetimin korkunç boyutta olacağını düşünüyordu. Kaptan’a bunu anlatmaya çalışsa da Valmor kararını vermişti ve buradan dönmeyecekti. Reverse Mountain’e doğru ilerliyordu Bloodwind Korsanları, kırmızı geniş ve çok uzaklardan bile gözükebilen yelkenleri ile. Kara bulutların teninde yarattığı elektriklenme hissi sadece Morsakal’ın hissettiği türden bir elektriklenme olmamalıydı. Fırtına çok uzak değildi ve içinde bulunduğu gemi fırtınanın kalbine doğru son sürat hareket ediyordu. Bu noktada kaptana güvenmekten başka hiçbir çaresi yoktu Morsakal’ın. Felaketin eşiğinde, çaresiz bir şekilde iskele başında ufku seyrediyordu.

“Ateş!". İlk topların ateşlenmesi ile birlikte Bloodwind Korsanları telef olmaya başlamışlardı bile. Güllelerin parçaladığı tahta parçaları korsanlara saplanıyor veya doğrudan gülleler tarafından vuruluyorlardı. Durum hiç ama hiç iyi değildi. Geminin yola devam edebilmesi için birinin bir şeyler yapması gerekiyordu. Kaptan Stellan sancak kıçında, yanmaya başlayan tahta parçalarının üzerlerindeki alevleri gelen güllelere doğru yönlendiriyor. Güllelerin hareketini yavaşlatmaya ve böylece gemilerine yetişmeden suya düşmelerini sağlamaya çalışıyordu. Calypso onun hemen yanında dalgalara şarkı söylüyor, rüzgar ve dalgalar topların önünü kesiyordu. Brix kıç kısmında suyun içine zamanlayıcılı bombalar bırakıyor, donanma gemisini su altından patlatmaya çalışıyordu. Gauld ise iki dev balta elinde gelen gülleleri beyzbol topu gibi sektirmeye çalışıyordu. Morsakal elinde kılıcı iskele kıç tarafındaydı. Havaya sıçrıyor, kılıcına aktardığı hakisi ile gelen gülleleri ikiye yarıyor; ayrılan parçaların geminin içine düşmesini engellemeye çalışıyordu. “Ateş!” arka arkası kesilmeyen bir metal yağmuru vardı Bloodwind Korsanlarının üzerine, daha 1 denizciyle bile savaşmamışlardı. Sadece donanma gemisi tarafından yıkıcı bir güce maruz bırakılıyorlardı. Herkes elinden geleni yapıyor gibiydi ama gemiye isabet eden gülle sayısı geminin çok da uzun süre dayanamayacağını söylüyordu. Donanma gemisi yeteri kadar yaklaştığında ise Kaptan Stellan emri vermişti “KARŞI SALDIRI!”. Etraftan topladığı ateşi ellerinde biriktirip, yere doğru atmaya başlamış ve gökyüzüne doğru havalanmıştı Stellan. Onun uçmaya başlaması ile birlikte tepelerinde kanca olan halatlar donanma gemisine fırlatılıyor, Bloodwind Korsanları donanmanın üzerine doğru koşuyordu. Morsakal da herkes gibi olduğu yerden koşmaya başladı. Geminin kıç kısmına kadar koşup kısa bir atlayışla geminin en arkasındaki tahtaya sağ ayağını attı. Oradan aldığı güç ile gökyüzüne fırlattı koca vücudunu kılıcını göğe doğru kaldırdı ve yukarıdan aşağıya doğru bir kesme hamlesi yapmak üzere vücudunu esnetti. “BAM!”.

Biraz önce son sürat ileriye doğru hareket eden vücudunun geriye doğru hareket ettiğini hissediyordu, nefesi kesilmiş, gözleri neredeyse yuvalarından dışarıya fırlayacakmış gibiydi. Sadece bir saniye içinde sırtı kumaş parçası tarafından tutuldu. Hareketi o kadar sertti ki, kumaş parçası halatlarından kopup Morsakal ile birlikte geriye doğru olan hareketine devam etti. Göz bebekleri yuvalarına otururken Morsakal’ın gördüğü şey; karnındaki yeni ateşlenmiş gülle, vücudunu komple sarıp sarmalayan kırmızı yelken ve giderek küçülen Bloodwind Korsanları dolayısıyla korsan gemisiydi. Tam sıçradığı anda kallavi bir güllenin nişangahına denk gelmişti vücudu ve aynı anda ateşlenmişti. Denizin üstünde yüzen tahta parçalarının üzerine düşen yelkene sarılı vücudu, yavaşça ıslanıyordu. Gözleri kararıyor, vücudunun kontrolünü yitiriyordu…

Gözlerini tekrar açarken hala hayatta olup olmadığını sorgulayarak, şaşkın bir ifade ile etrafa bakmıştı. Pencereden giren hava canlandırıcı, gökyüzü aydınlık, yattığı yatak tertemizdi. Başını yatağın kenarına çevirdiğinde ise kendinin üçte biri boyutunda yaşlı bir kadının telaşlı gözler ile onu izlediğini gördü. “Neredeyim ben?”

4. Zaman Atlaması Süreci

[Sakal Korsanları]

Kırmızı yelkenin dikkat çekiciliği sayesinde bir balıkçı gemisi tarafından bulunmuştu Morsakal. Karaya çıkarılmış, tedavi edilmişti. Ne olduğunu öğrendiğinde ise haftalarca ve hatta aylarca etkisinden kurtulamamıştı. Bloodwind Korsanları tamamen yok olmuşlardı. Reverse Mountain’in girişini kontrol altına almak için görevlendirilmiş savaş gemisi ile kesimişti yolları. Savaş gemisi tayfayı adeta ezip geçmişti. Morsakal kendisini bulan balıkçılara ve tedavisini yapan yaşlı kadına minnettarlığını gösterebilmek için 2-3 ay boyunca o adada kaldı ve adadaki insanların günlük işlerine yardımcı oldu. Her akşam bir köşeye çekilip içiyor, sessiz ve yalnız olmak kalbini derinden yaralıyordu. Uzun yıllardan beri birlikte olduğu dostlarının hepsi denizin dibine gitmişlerdi. Adadan ayrılmadan evvel 2-3 ay boyunca günlük işlerden aldığı bahşişlerle biriktirdiği parasını ve kendisinin hayatta kalmasını sağlayan kırmızı yelkeni terziye götürdü. Kendi vücut ölçülerine göre kestirdi ve omuzlarına asılabilecek şekilde altın kaplama zincirler taktırdı. Bundan böyle kaybettiklerini sırtında taşıyarak hayatına devam edecekti. Yeniden ayağa kalkabilecek kadar güçlü hissettiğinde ise neredeyse yirmi senedir olduğu yere geri dönme kararını aldı. Artık kararları kendi vermek istiyordu, kararlarının tayfasındaki karıncayı incitmeyeceğinden emin olmak istiyordu.

Kendi gemisi ve tayfası yavaş yavaş kalabalıklaşırken herkesin ağzında aynı korsan şarkısı vardı.

"Yelkenler fora, Sakal Tayfası çık yola
AHOY AHOY, vur denizcinin anasına
Titrer dizleri, eften püften denizcinin
GÜM GÜM, vur denizcinin yüzsüz olanına,
Ahoy Ahoy Sakal Tayfası
Ahoy Ahoy Harala Gürele Vur"


Motivasyon

1. Başlangıç Motivasyonu

“Dünya sizi susturduysa, bırakın ben bağırayım!”

Morsakal bu cümleyi kurduğunda 12 yaşındaydı. Her şeyin başladığı, korsan olarak uyandığı sabahın akşamına bu cümle onun başlangıcındaki motivasyon olmuştu.

1. Nihai Motivasyon

Zincir vuranlara zincir vurmak Morsakal’ın nihai amacıdır. Zulmeden zalim kim var ise hakkı, yaşattığını yaşamaktır. Denizci, Korsan, Kral, Bürokrat, Soylu fark etmeksizin konumunu kötüye kullanan herkesi zincire vurup yaşadıklarını yaşatmayı hedeflemiştir.

Profil
Saldırı Kabiliyeti: E★
Savunma Kabiliyeti: E
Çabukluk: E
Varlık: E
İrade: D (Üstün Kabiliyet)
Image
Game Master
Game Master
Joined: Wed Nov 27, 2024 12:39 am
User avatar
Game Master
Game Master
 ! Message from: GM - One Piece
Onaylanmıştır.

Ancak hangi tayfada olduğunuz "Genel Bilgiler" bölümünde yer almamaktadır. "Tayfa Rolü" kısmına hangi tayfada yer aldığınızı yazabilirsiniz.

Ayrıca, geçmişinizde yer alan silahlanma hakisine dair bilgiler, sistemsel olarak bu tür hakiyi almamanızın durumunda yok sayılacaktır.
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:16 pm
Rol: Kaptan
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Düzenlenmiştir.
Image
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:16 pm
Rol: Kaptan
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Karakter Gelişimi

Stat
Saldırı Kabiliyeti: E★ -> D = 100 BC
İrade : D -> C = 200 BC
Stat Toplam: 300 BC

Haki
Silahlanma Hakisi "Aktarma" = 400 BC
Silahlanma Hakisi "Aktarma" -> E = 200 BC
Silahlanma Hakisi "Aktarma" -> D = 200 BC
Silahlanma Hakisi "Aktarma" -> C = 200 BC
Haki Toplam: 1000 BC

Stil/Disiplin Geliştirme
Zettai Murasaki Disiplini Potansiyel E -> D = 200 BC
Zettai Murasaki Disiplini Adaptasyon E -> D = 200 BC
Stil/Disiplin Toplam: 400 BC

Tayfa Kasası
Tayfa Kasasına Aktarım = 180 BC
Tayfa Aktarım Toplam: 180BC


Mevcut BC: 2000 BC
Harcanan BC: 1880 BC
Kalan BC: 120 BC
Image
Game Master
Game Master
Joined: Wed Nov 27, 2024 12:39 am
User avatar
Game Master
Game Master
 ! Message from: GM-One Piece
Onaylanmıştır.
Post Reply