Sessiz Yemin Korsanları
Sessiz Yemin Korsanları
Joined: Sun Aug 03, 2025 12:19 pm
User avatar
Sessiz Yemin Korsanları
Sessiz Yemin Korsanları
"P*ç" Zale

Post by Zale »

Genel Bilgiler
İsim: Zale
Yaş: 21
Boy: 201
Kilo: 95
Uyruk: North Blue
Rütbe: -
Tayfa Rolü: Aşçı - Sessiz Yemin Korsanları

Portre
Görünüm: Zale, iki metre bir santim, geniş omuzlu ve atletik yapılı bir adamdır. Vücudu oldukça kaslı; özellikle karın kasları belirgin ve fittir. Ten rengi buğday tonlarındadır. Göğsü açıkta, içindeki atleti gevşek ve önü tamamen açık — üzerine koyu yeşil, düğmeleri açık bir ceket giymiştir. Kolları kıvrılmış, ön kolları görünür durumdadır ve evet doğru bildiniz kolları da kaslıdır.

Saçları koyu renkli, dalgalı ve dağınık; alnına bağladığı koyu renkli bir bandanayla geriye doğru itilmiştir. Çenesinde hafif kirli sakalı vardır. Yüz hatları keskin ve maskülendir. Kalın kaşları ve keskin bakışları vardır. Burnu düz ve orantılıdır, çene hattı güçlü ve sert yapılıdır.

Sol kulağında küçük bir halka küpe bulunur. Boynunda ince bir zincir ve ucunda metal bir kolye ucu taşır Sağ elinin yüzük parmağında mavi taşlı bir yüzük, bileğinde siyah deri bir bileklik bulunur. Takıp takıştırmayı sever.
► Show Spoiler

Kişilik:

Zale, hayatın acımasız ellerinde yoğrulmuş, erken yaşta büyümek zorunda kalmış bir çocuktan geriye kalan, karmaşık bir adamdır. North Blue'nun soğuk sokaklarında bir başına büyüyen, ne anne ne baba sevgisiyle tanışabilmiş, kimseye yaslanma lüksü olmamış biridir. Hayatın adaletsizliğini iliklerine kadar hissetmiş, adaletin aslında gücün maskesi olduğunu görmüş, haklı olmanın değil güçlü olmanın hayatta kalmak için yeterli olduğunu öğrenmiştir. Bu acı öğrenim, onu içten içe olgunlaştırırken dışarıya farklı bir maske takmasına neden olmuştur.

Kişiliğinin temel taşı güvensizliktir. Çünkü hayatında değer verdiği, sırtını yasladığı insanlar—çocukluk arkadaşları—zamanla kendi yollarına gitmiş, Zale’i geride bırakmıştır. Bu terk ediliş, onda derin bir yalnızlık ve bağlanma korkusu doğurmuştur. İnsanlara yaklaşırken mesafeli, içten içe temkinlidir. Ancak dışarıdan bakıldığında bu pek belli olmaz; çünkü Zale, bu içsel kırılganlığını maskelerle örtmeyi çok iyi öğrenmiştir.

Artık fazlasıyla sosyal, hatta yüzeyde eğlenceli bir figürdür. Her ortamda konuşkan, esprili, lafını esirgemeyen biridir. Kadınlara karşı rahat, hafif "yavşak" denilebilecek kadar girişken tavırları vardır; flörtöz, alaycı ve çoğu zaman boşboğazdır. Ancak bu davranışlarının altı çoğunlukla boştur—onun için kurduğu ilişkiler genellikle derinlikten yoksundur. Çünkü ne kadar istemese de, birine bağlanmak onun için her zaman terk edilme ihtimaliyle eşdeğerdir.

Bir o gemide bir bu adada geçen aylar, ona çevikliğin ve anlık uyumun önemini öğretmiştir. Tehlikeyi sezer, fırsatı yakalar, insanları kolayca okuyabilir. Bu zekâsını hayatta kalmak için kullanır ama hiçbir yere ya da kimseye uzun süre tutunamaz. Borç takar, kaçar, gönül verir, sıkılır, yalan söyler, unutur. Bu yaşam tarzı onun için bir alışkanlığa, bir tür korunma mekanizmasına dönüşmüştür.

Yine de, tüm bu maskelerin ardında hâlâ o sokak çocuğu vardır: Sahiplenilmeye aç, sevilmeye aç, ama bir yandan da bunu istemeye korkan. Duygularını bastırmak için mizahı kullanır, ciddiyetle dalga geçer, ciddi biri olmaya yanaşmaz. Çünkü ciddiyet, bağ kurmak demektir. Ve Zale’in bağ kurduğu herkes bir şekilde onu yalnız bırakmıştır.

Zale’in kişiliği, keskin çelişkilerle doludur. Hem çocuk kalmak isteyen biri, hem de büyüdüğünü kanıtlamaya çalışan biridir. Hem insanlara yaklaşır, hem kendini geri çeker. Hem her ortamda parlar, hem içten içe yalnızlıktan mustariptir. Hayat onu şekillendirmiştir, ama onun şekli hâlâ tam oturmamıştır. Kendini bulmaya çalışan biri değil, kim olduğunu unutarak hayatta kalmaya çalışan biridir Zale. Ve bu, onu derinlemesine insani, ama aynı zamanda trajik bir karakter yapar.

Geçmiş:
Köken ve Çocukluk Dönemi
Zale, North Blue’nun köhne liman şehirlerinden birinin kıyısında, ne tarihi kayıt altına alınmış ne de anımsanacak kadar kıymetli bir anda dünyaya geldi. Ne annesinin yüzünü hatırlıyordu ne de babasının sesini duymuştu; zaten ikisine dair en küçük bir anısı dahi yoktu. İsmini ona kim verdi, hayata ilk kez nerede gözlerini açtı, hangi sesle ağladı, ne kadar süre bir beşikte yattı — bu soruların hiçbirine yanıt verecek biri olmadı hayatında. O yüzden de geçmişi yalnızca sisli, gri bir boşluktan ibaretti; ne ışığı vardı ne de sıcaklığı. Hayat onu doğar doğmaz kenara itmiş gibiydi ve Zale bu itilmişliği daha çocukken kabullenmek zorunda kaldı. Zamanla, bu kabulleniş onun zırhı oldu. Daha adını yeni yeni kavrarken sokaklarda yaşamayı öğrenmiş, sokakların diliyle konuşmuştu. O yere düşmemeyi; düştüyse hızlıca kalkmayı, kalkamıyorsa da kimseye aczini göstermemeyi zor yoldan öğrenmişti.

Çocukluk onun için neşeli bir zaman dilimi değil, daha çok soğukla, açlıkla ve yalnızlıkla yapılan bir mücadele dönemiydi. Yağmurun durmaksızın dövdüğü, rutubetin her yere sindiği, geceyle gündüzün birbirine karıştığı bu şehirde, insanların bakışları hep aceleciydi; kimse Zale’in varlığını fark etmek istemiyordu. Onun gibi sokakta büyüyen çocuklar zaten herkesin görmezden geldiği detaylardı; sadece bir köşe başında otururken fark edildiklerinde rahatsızlık yaratırlardı. Karnı acıktığında çalardı, üşüdüğünde hurdalıkların arasına girerdi, korktuğunda sessizce ağlardı ama hiç kimseye belli etmeden. Çünkü sokaklar acı gösterenleri yutardı. Çok küçük yaşlarda öğrenmişti bunu: Duygularını saklamak hayatta kalmanın ilk kuralıydı. Gülümsemek ise, bazen bir savunma şekliydi. Zale her şeyiyle bu kuralı benimsemişti. Açlıktan titrediği gecelerde bile gözlerinde belli belirsiz bir kıvılcım yanar, sanki kendi kendine “Daha bitmedi” der gibi bir inatla bakardı hayata.

Adalet kelimesi onun için çok erken kirlenmişti. Duyduğu ilk “adalet” sözü, yeni ayakkabıları olan bir denizcinin ağzından çıkmıştı. Oysa o denizci, kendisi gibi aç bir çocuğu sırf bir ekmek çaldı diye sokakta sürüklemiş, ellerini bağlamış, ayaklarının altında çamur gibi ezmişti. Zale o günü hiç unutmadı. Çünkü o çocuk, Zale’in birkaç gün önce yarısını ısırıp bıraktığı bir elmayı çöpten almış, Zale’le paylaşmıştı. Ve şimdi, sadece o gün hayatta kalmak için yaptığı bu eylem yüzünden, sokak ortasında “adalet” adı altında cezalandırılıyordu. Zale’nin gözünde o an, “adalet” kelimesi ne doğruyu temsil ediyordu ne de eşitliği. O sadece güçlülerin işine yaradığı sürece geçerli olan bir masaldı. Zale'nin gözünde o gün adalet değil, çamura batan bir masumluk vardı. Yavaş yavaş anlamaya başlamıştı: Güçlü olan sadece hayatta kalmıyor, aynı zamanda kuralları da koyuyordu. Ve güçsüzsen, haklı olmanın hiçbir anlamı yoktu.

Zale hiçbir zaman kahramanlara özenmedi. Denizcilerin üniformalarına hayranlıkla bakan, korsanların maceralarını duydukça heyecanlanan çocuklardan değildi o. Hikâyelere inanacak kadar güven duymuyordu bu dünyaya. Gördüğü kadarıyla, kahramanlar sadece kitaplarda vardı ve gerçek hayatta herkes kendi savaşını kendi vermek zorundaydı. O yüzden ne örnek aldığı biri oldu, ne de izinden gitmek istediği bir figür. Kendinden başka güveneceği kimse yoktu ve bu onun için fazlasıyla yeterliydi. Bu yalnızlık onu zayıflatmadı; aksine keskinleştirdi, dayanıklı kıldı. Her sabah gözlerini açtığında “hayatta kalmak” dışında bir hedefi olmayan biri için, umut denilen şey lüks, hayal kurmak ise israftı.

Yine de, bu kadar keskin hatlara rağmen, insan dediğin tek başına ayakta kalamaz. Zale de sokaklarda kendi gibilerle zamanla bir araya geldi. Onlardan ilki Nico idi — yaşça en küçükleri ama içlerinden en zekisiydi. Ufacık elleriyle kilit açmayı bilir, iki çöp kutusu arasında gizlenirken bile çevresini gözetlerdi. Oyun gibi başlayan kaçak yaşamı, onun için bir stratejiye dönüşmüştü. Hemen ardından gelen Larna, güçlü ve sessizdi. Diğerleri gibi konuşmazdı ama yüzüne bakan onun nereye bakacağını, ne yapacağını anlardı. Kimseye duygularını göstermezdi ama Zale başı derde girdiğinde ilk adım atan hep Larna olurdu. Üçüncü kişi ise Ked, konuşmaktan başka neredeyse hiçbir şeyi beceremeyen, ama konuştuğu her cümlede dostluk barındıran biri. Her şeye yorum yapar, her sessizliği bir şakaya çevirirdi. Ama geceleri karnı guruldadığında kimseye söyleyemez, gözlerini tavanlara dikerdi.

Beraber yaşadıkları anlar, sokak hayatının acımasızlığına rağmen bazı sabahları anlamlı kılıyordu. Bir keresinde, limana yanaşan büyük bir ticaret gemisinden fazla yük indirilmişti. Nico bir gece öncesi tüm yük listelerini çalmış, Ked denizcilerin vardiyasını öğrenmiş, Larna ise sessizce yanaşıp kasaların arkasındaki gizli açıklığı bulmuştu. Zale hepsine göz kulak olmuş, planın yürüdüğünden emin olmuştu. Dört kişi, tek bir sabahta tam yedi gün yetecek kadar yiyecek çalmış, sonra da şehrin dışında, yıkık bir su değirmeninde şölen yapmışlardı. O gece gülüştüler, yediler, Larna’nın bile gözlerinin içi parladı. Ked bir an “belki de birlikte bir gemiye binip bu şehirden kaçabiliriz” deyince hepsi sustu. Çünkü hepsi aynı anda, o cümledeki imkânsızlığı hissetmişti.

Bir başka sefer, şehirde dolaşan sahte bir kâhinin insanların eşyalarını çaldığını fark ettiklerinde, Zale ilk kez bir yetişkini tuzağa düşürmenin planını yaptı. Nico, adamın defterine sahte yazılar ekledi, Larna onun yolunu kapattı, Ked kalabalığı oyaladı ve Zale, çaldığı paraları ihtiyacı olanlara gizlice geri dağıttı. O an, belki çok küçük bir adım atmıştı ama içindeki bir duygu kıpırdamıştı: "Güç, sadece yıkmak için değil, korumak için de kullanılabilir." Bu düşünce tohum olarak kaldı ama oradaydı.

Birlikte kurdukları bu küçük dünya, dışarıdan bakıldığında sefil görünse de, içeride bir tür sadakat ve sessiz anlaşma barındırıyordu. Ve belki de o günlerde, Zale hayatında ilk kez yalnız olmadığını hissetti.

Yıllar geçti, mevsimler değişti, ama sokaklar hep aynı kaldı. Zale büyürken şehir değişmedi, sadece o şehirde ayakta kalma yöntemlerini daha iyi öğrenmişti. On beş yaşına geldiğinde, kimse ona nasıl yaşanır diye öğretmemişti ama o kendi yolunu çizmişti bile. Artık sadece hayatta kalmak istemiyordu; artık bu dünyayı anlamak, gücün ne olduğunu keşfetmek ve belki bir gün, gücün sadece en tepedekilere ait olmadığını göstermek istiyordu. Ama bunu umutla değil, inatla istiyordu. Çünkü onun için umutlar değil, kararlılık gerçeğe dönüşürdü. Ve Zale, bu karanlık dünyanın içinde kararlılıkla yürümeye hazır bir çocuktu artık.

Gençlik Dönemi


Zale on yedisini doldurduğunda, North Blue’nun o yosun kokulu liman şehri hâlâ aynı yerindeydi ama içindekiler yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Sokaklar hâlâ griydi, kaldırımlar hâlâ çatlak, insanlar hâlâ aceleciydi — ama bir şeyler eksiliyordu. Eskiden dört kişiyle paylaşılırken dar gelen bir gece yarısı, şimdi Zale için fazla geniş, fazla sessizdi. Çünkü çocukluk, onun için çoktan son bulmuştu. Yalnızca açlıkla, soğukla değil; ayrılıkla, sessizlikle, yutulamayan sözlerle sona ermişti. Ve belki de en çok, “geri gelirim” denilen ama tutulmayan o sözlerle. Arkadaş dediği üç kişi artık sırayla o sessizliğin içine karışıyordu ve Zale, her bir gidişte biraz daha kendi içine gömülüyordu.

İlk ayrılan Nico oldu. Her zaman çocuksu zekâsıyla öne çıkan, elleri her zaman bir kilidin içindeymiş gibi kıpır kıpır olan o ufak beden, bir sabah Zale’i uyandırmadan gitmişti. Öncesinde hiçbir şey belli etmemişti. Gözlerinde başka hayallere dair bir iz aramak istese de, Zale geriye dönüp düşündüğünde bile bir işaret bulamıyordu. Ama gitmişti işte. Sonradan duyduğu kadarıyla, civardaki bir korsan tayfası Nico’nun becerilerini fark etmiş, ona “gerçek para kazanma” fırsatı sunmuştu. Yani sokakları geride bırakmak, artık her sabah aynı korkuyla uyanmamak için. Zale ilk başta kızamamıştı. Nico’nun bu dünyada başka bir yolda yürümeye hakkı vardı, belki de bunu herkesten çok o hak ediyordu. Ama geceleri, onun yerinde kalan boş çuvalı görünce içindeki sessizlik büyümeye başlamıştı. Artık gecenin karanlığı yalnızca dışarıda değil, içindeydi.

Larna daha farklı ayrıldı. Onun gidişi bir ayrılık değil, bir kopuş gibiydi. Sessizdi, her zaman olduğu gibi. Ama bu kez sessizliği anlaşılabilir değil, yabancıydı. Son zamanlarda sık sık şehri geziyordu; deniz kenarında saatlerce tek başına oturuyor, dönüşte ise gözleri uzaklara dalmış oluyordu. Zale onun iç dünyasını hiçbir zaman tam çözememişti ama o günlerde içten içe bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. Bir gece Zale’i kenara çekti. Yüzü karanlıktı, ses tonu alışılmadık bir netlik taşıyordu. “Ben burada kalırsam yok olacağım,” dedi. “Kendim olamayacağım. Geri dönmeyeceğim.” Ne sarıldılar, ne vedalaştılar. Larna sabah olmadan kayboldu. Ardında sadece kıyıya bırakılmış bir çizim defteri kaldı — içi hayali yerlerin, bilinmeyen şehirlerin resimleriyle doluydu. O gidiş, Zale’in içindeki dünyayı ikiye böldü. Bir yanda “anlamaya çalışmak”, diğer yanda “terk edilmek.” Zale hangisinin gerçek olduğunu ayırt edemedi ama o geceden sonra bir daha kimseye “ne düşünüyorsun” diye sormadı. Çünkü cevabın onu taşıyamayacak kadar ağır olabileceğini öğrenmişti.

Ked en son ayrılan oldu. En çok da onun kalacağına inanmıştı Zale. Belki de bu yüzden onun gidişi, en çok acıtan oldu. Ked, gülmeyi ve güldürmeyi bilen tek kişiydi o küçük grubun içinde. Her şey karanlıkken bile bir kıvılcım olurdu, her sessizliği bir kelimeyle delip geçerdi. Ama son zamanlarda o da susmaya başlamıştı. Esprileri azalmış, konuşmaları düşünceli cümlelere dönüşmüştü. Bir gün, hiç alışılmadık bir şekilde Zale’le uzun uzun oturdu. O zamana dek hiç yapmadığı bir şeydi bu. Sesi yorgundu. “Biliyor musun,” dedi, “belki de biz sadece burada kalırsak hep çocuk kalacağız. Bu şehir büyümemize izin vermiyor Zale. Ben gitmek istiyorum… Denemek istiyorum.” Zale gülümsedi. Rol yaptı. Başını salladı. “Git tabii,” dedi. “Deneyen biri ol bari.” Ama içten içe Ked’in de gitmeyeceğine, son anda kalacağına inanmak istemişti. Çünkü onun vedası, gerçek olursa, Zale’in dünyasında hiç kimse kalmayacaktı. Ve öyle de oldu. Bir sabah, limandan kalkan küçük bir balıkçı teknesi, Ked’i de beraberinde götürdü. Ne bir mektup bıraktı, ne bir iz. Sadece bir gece önce giydiği ceket, Zale’in yanında kaldı.

Zale artık yalnızdı. Eskiden dört kişilik bir dünyası vardı; şimdi kendine bile dar gelen bir sessizliği vardı sadece. Onlar gitmişti çünkü büyümüştü. Cesaret etmiş, korkularına rağmen adım atmışlardı. Ama Zale hâlâ aynı sokaklarda yürüyordu. Aynı duvarın dibinde oturuyor, aynı çatlak kaldırım taşlarının üzerinden geçiyordu. Büyümemişti. Ya da büyüyememişti. Belki de bir parçası büyümek istememişti. Gitmek demek, yalnız kalmak demekti. Ve Zale yalnızlığa çocukluğunda çok erken teslim olmuştu bir kez. Şimdi yeniden yalnız kalmak, ikinci kez terk edilmek gibiydi. O yüzden çocuk kalmak, sokaklarda kalmak, aynı duvarlara bakmak daha kolay geliyordu.

Ama yalnızlık sadece sessizlik değildi. Güvenmek artık bir seçim değil, lüks olmuştu. İnsanlara inanmıyordu; çünkü inandığı herkes gitmişti. Bağ kurmak tehlikeli geliyordu; çünkü ne kadar bağ kurarsa, o kadar acı çekiyordu. Zale artık insanlara değil, seslere, kokulara, anılara bağlanıyordu. Bir rüzgar esintisi, Larna’nın kıyıdaki sessizliğini hatırlatıyordu. Gece çanlarının sesi, Nico’nun küçük kahkahalarını. Ked’in ceketi hâlâ omuzlarında ama artık ısıtmıyordu. Sadece taşıdığı yükü hatırlatıyordu.

Bu yalnızlık, Zale’i daha dikkatli, daha güçlü, ama bir o kadar da daha uzak biri hâline getirmişti. Gücü artık hayatta kalmak için değil, yaklaşan herkesi uzak tutmak için kullanıyordu. Yumuşak bir söz duyduğunda geri çekiliyor, bir el uzandığında tereddütle bakıyordu. Güven, çocukluk hatıralarına gömülmüş bir kavram olmuştu artık. Oysa kalbinin bir yerinde, hâlâ bir şeylerin mümkün olabileceğine dair boğuk bir özlem taşıyordu. Ama bu özlem, bir umut değildi. Artık hiçbir şey umutla başlamıyordu Zale’in dünyasında. Her şey, önce terk edilerek başlıyordu.

Marineford Savaşı ve Etkileri


Zale’in çocukluk günlerinden geriye hiç bir şey kalmamıştı. Bir sabah, limandan kalkmak üzere olan küçük bir yük gemisine atladı; geride bıraktığı sadece gri bir siluet, önünde ise sonsuz bir belirsizlik vardı. Gemideki tayfa ona yabancı değildi ama arkadaşlıkları bir hafta içinde eridi gitti. Her gün farklı bir yüz, farklı bir isim, farklı bir hikâye vardı ama hiçbirinde kendine ait bir yer bulamıyordu. Tayfa, Zale’in neşeli yüzünü ve sivri dilini sevmişti, ama bir süre sonra bu neşenin ardında gizlenen yalnızlığı ve karanlığı gördüler. Onunla dalga geçer gibi “Sen biraz daha sus, çocuk,” dediler. Ve Zale, her zamanki gibi, alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ama içten içe, bu sesler onun gitmesi gerektiğini söylüyordu. Yedi gün boyunca gemide hayatta kalmanın verdiği geçici tatminle yaşadı. Gözlerinde bir parıltı vardı, ama bu parıltı kaybolmaya yüz tutmuştu. Limana vardığında, kimseyi uyarmadan, sessizce indi gemiden. Ardında sadece tuhaf kahkahalar ve yarım kalan şakalar bırakmıştı.

Yeni liman yeni bir başlangıç değil, yeni bir sahneydi sadece. Orada, sıcak bir gülümsemeye sahip, saçları güneşten sararmış Elle ile tanıştı. Elle’nin dünyası onunkinden farklıydı; o, hayatı dolu dolu yaşamak isteyen, basit mutlulukları kovalayan biriydi. Zale, onun yanında ilk kez bir anlığına huzur bulduğunu sandı. Sahilde yürürken yıldızların altında sohbetler etti, içkiler içti, hayalleri paylaştılar. Ama Zale’nin içinde, her ne kadar gürültülü bir kalabalığın ortasında olursa olsun, derin bir sessizlik vardı. Elle’nin gözlerinde kendi geçmişinin, geleceğinin, hatta şimdinin bile yeri yoktu. Bu yüzden o ilişki, bir masalın başlangıcından çok, sonbahar yapraklarının rüzgârla savruluşuna benziyordu. Elle, sabah erkenden gittiğinde, Zale bu gidişi aniden, keskin bir acı olarak hissetti ama yüzünde o bildik alaycı sırıtışı kaybetmedi. Çünkü terk edilmek onun alıştığı bir duyguydu ve yüzleşmektense kaçmayı tercih ediyordu.

Sonraki ada... Yeni yüzler, yeni umutlar, yeni ihanetler... Bir gece, genç bir kumarbazla başlayan tartışma, kısa sürede kendisini büyük bir borcun içinde bulmasına sebep oldu. Borcu ödemek mümkün değildi ve borçlu olduğu adamlar peşindeydi. Zale, alışkanlığı olduğu gibi, maskesini taktığı alaycı kahkahalarla durumu hafife almaya çalıştı. Ama gecenin karanlığında, kaçarken yalnızlığın ve çaresizliğin gerçek ağırlığını hissetti. Gidecek kimsesi yoktu, böyle bir problem konusunda akıl danışabileceği kimsesi yoktu. O gün, yalnızca parasını değil, belki de umudunun bir parçasını da kaybetti.

Bu dönem, Zale için bir nevi rol değiştirme süreciydi. Eskiden hayatta kalmak için sessiz kalırdı, şimdi ise sahte gülümsemelerle çevresini kandırıyordu. İnsanlarla kurduğu ilişkiler yüzeyseldi ve o da bunu biliyordu. Birçok insanın hayatına sadece birkaç günlüğüne girip çıkıyordu; onları aldatmak zorundaydı çünkü gerçek benliğiyle yaklaşmak onu korkutuyordu. Kızlara laf atıyor, dostane sohbetlere giriyor, ancak hiçbir zaman içten bağ kurmuyordu. Bu yüzeysellik onun için hem bir kalkan hem de zincirdi. Kimseyi gerçek anlamda tanıyamıyor, kimse tarafından tanınamıyordu. Geceleri yalnız kaldığında, maskesinin ardındaki gerçek Zale, kalabalıklar içinde daha da yalnızlaşıyordu.

Zale’in bu kaçışları, sahte mutlulukları ve geçici bağları, ona özgürlük hissi vermekten çok, gitgide daha ağır bir yük oluyordu. İçinde büyüyen boşluk, yüzlerce yalanın ve sahte kahkahaların ardında sessizce çığlık atıyordu. O kadar çok yer değiştirmişti ki, artık kendine ait olduğunu hissettiği tek şey, etrafındaki bu kargaşaydı. Adalarda, gemilerde, limanlarda yaşadığı her an, ona bir zamanlar sahip olduğu dostlukların ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyordu. Ama bunu fark etmek, Zale için çok geç olmuştu. Çünkü artık düşmek istemediği yerlerde bile, kalbinin derinliklerinde çocuk kalan bir Zale vardı. Ve o çocuk, maske ardında sessizce ağlıyordu.

Marineford’da ne olduğunu bir gazetede okudu: Kahramanlar, gerçek dünyada yalnızca hikâyelerde yaşardı. Zale’e yararı olmayan kahramanlarla işi gücü olmazdı; çünkü gerçek hayatta herkes, kendi gölgesinden bile sorumluydu.

Zaman Atlaması Süreci


Zale ada ada geze geze bir yerde duramaz hale geldi bu yüzden bu iki yılı sürekli başka yerlerde geçmeye devam etti North Blue’da gezmedik yer bırakmadı ve her yeni sabahta eskiye ait izlerini küçülte küçülte ilerledi. Geceleyin bir liman kentinde, başka sabah eriyen karların üstünde, başka gece bir hanın çatı aralığında uyandı. Adaların ve şehirlerin çoğunu hatırlamıyordu bile; çünkü hepsi bir şekilde birbirini andırıyordu: Deniz tuzu, nemli hava, hınzır martı çığlıkları ve sabahçıların bitmek bilmeyen telaşı. Zale’in geçmişinden kalan ne varsa, her yeni uyandığı yerde biraz daha buharlaşıyordu. Yine de, anıların etkisi öyle kolay silinmiyordu; çünkü her şehirde birileri, bir şeyler ona çocukluğunu anımsatacak kadar tanıdıktı.

Bu dönemler Zale'in dili yüzünden sürekli başını belaya soktuğu bir dönem. Bu durumdan da pek şikayetçi değil. Hayatın tadı da biraz bu şekilde çıkıyor aslında.

Motivasyon
1. Başlangıç Motivasyonu

Zale North Blue'da gezmedik yer bırakmadı. Dünyanın ona gösterebileceği daha çok fazla şey olduğunu bildiğinden artık bu suları geride bırakmanın ve daha zengin hikayesi olan denizlere yelken açmanın peşinde. Tabi kuru kuru gezmek olmaz, gittiği yerlerin tadını da çıkarması gerek. Yenebilecek en güzel yemekleri yiyip en güzel içkileri içtikten sonra güzel bir hanımefendiyle geceyi kapatmak fena olmaz, gemici adamın her limanda bi sevgilisi olur sonuçta dimi?

2. Nihai Motivasyon

Zale'in nihai amacı bu dünyada kendine bir yer bulabilmektir. Ömrü boyunca dünyayla aralarında süregelen soğuk savaşı sonlandırıp huzura ermek ait olduğu yeri bulmak ve gerçekten güvenebileceği dostlar biriktirmektir. Gemiyle çıktığı bu yolculuğun sonunda başladığı yerden sadece mesafe olarak değil mental olarakta bambaşka bir yerde olmayı amaçlamakta iç huzuru bulmak istemektedir.


Profil
Saldırı Kabiliyeti: E★
Savunma Kabiliyeti: E
Çabukluk: E
Varlık: E
İrade: D (Üstün)(Aşçılık Rolü Gereği)
Game Master
Game Master
Joined: Wed Nov 27, 2024 12:39 am
User avatar
Game Master
Game Master
Re: "P*ç" Zale

Post by GM - One Piece »

 ! Message from: GM-One Piece
Onaylanmıştır.

Ancak karakterinizin North Blue'da gezmedik yer bırakmadığı yönündeki ibare, diğer oyuncuların karakterlerine nazaran coğrafi ve diğer konular bakımından ekstra bilgi birikimi sağlamayacaktır. Rolsel olarak hemen hemen her oyuncu kadar bilgi birikimine sahip olduğunuz kabul edilecektir.
Sessiz Yemin Korsanları
Sessiz Yemin Korsanları
Joined: Sun Aug 03, 2025 12:19 pm
User avatar
Sessiz Yemin Korsanları
Sessiz Yemin Korsanları
Re: "P*ç" Zale

Post by Zale »

Karakter Gelişimi

Stat

Saldırı Kabiliyeti: E★ -> C = 300 BC
Çabukluk : E -> D = 200 BC
Stat Toplam: 500 BC

Stil/Disiplin Geliştirme

Picaro Stili Potansiyel E -> D = 200 BC
Picaro Stili Adaptasyon E -> D = 200 BC
Stil/Disiplin Toplam: 400 BC

Haki

Silahlanma Hakisi "Aktarma" = 400 BC
Silahlanma Hakisi "Aktarma" -> E = 200 BC
Silahlanma Hakisi "Aktarma" -> D = 200 BC
Silahlanma Hakisi "Aktarma" -> C = 200 BC
Haki Toplam: 1000 BC


Tayfa Kasasına Aktarım = 100 BC

Mevcut BC: 2000 BC
Harcanan BC: 2000 BC
Kalan BC: 0 BC
Game Master
Game Master
Joined: Wed Nov 27, 2024 12:39 am
User avatar
Game Master
Game Master
Re: "P*ç" Zale

Post by GM - One Piece »

 ! Message from: GM-One Piece
Onaylanmıştır.
Post Reply