Güneş, denizin sıcak nefesini taşıyarak ufukta dev bir kızıl topa dönüşmüş, taş binaların cephelerini kan rengine boyuyordu. Zale, dar sokağın gölgeli kıyısında ilerlerken, karnındaki boşluk hissiyle boğazındaki kum gibi kuruluk arasında kalmıştı. Dün öğlen içtiği o lanet viskilerin şimdi bedelini ödüyordu. Susuzluk, gergin sinirler ve içini kemiren bir açlık. Gözleri, sokağın sonundaki küçük meydanda ışıkları yanmaya başlayan Kırlangıç Yuvası’na takıldı. "Yuva" biraz iddialı bir isimdi belki, ama en azından içinde kırıntı bulabileceği bir sığınak gibi görünüyordu. Kapıyı itip içeri daldığında, tütün dumanı, kızarmış yağ, ter ve bayat biranın keskin kokusu ciğerlerini doldurdu. Gözlerini kısarak kalabalığı taradı: denizden çıkmış yorgun balıkçılar, gürültücü tayfalar, bir köşede hararetle tartışan yerli simalar… Ama içeride kesmeye değecek bir tanecik bile kadın yoktu. İçi derin bir rahatlama ve hüzünle doldu. İyiydi bu. Görünmez olmak, şu an en büyük lükstü.
Barın ucundaki çizikli ahşap tabureye otururken kemikleri gıcırdadı. Kirli önlüklü barmen, Kostas – mekânın tek değişmeyen parçası – kaşını kaldırarak yaklaştı. Zale’in sesi, kumlu bir yolda sürüklenen taş gibi pütürlü çıktı "Kostas birader, bir bardak su… çabuk olursan ömrüm uzar. Bu boğaz artık tarih oldu." Kostas kayıtsız bir tavırla buz gibi suyu önüne koydu. Zale bardağı iki eliyle kavrayıp yarısını bir dikişte indirdi. Serin sıvı boğazından aşağı akarken iç geçirdi "Ah, işte gerçek mutluluk! Viski mi? O yalancı sevgili. Seni unutturur, sonra da kupkuru bırakır." Karnı bu kez daha gürültülü isyan etti. "Tamam, tamam," diye mırıldandı, "Sıra sende aç gözlü."
Cebini yokladı. Birkaş bozuk para. Para durumu, "fakirlik" kelimesine bile hakaret edecek kadar kötüydü. Kostas’a döndü, vakur bir edayla "Şef mide orkestrası konser istiyor. Ucuz ve çabuk neyin var? Karnımı doyuracak, beni de batırmayacak bir şey?" Kostas, tezgahı paspasın ucuyla silerken omuz silkti "Peynir tabağı. Bayat ekmek, biraz beyaz peynir, zeytin. Üstüne bir de nohut salatası atarım, bedava. Taze ekmek versek kar marjımız sıfırlanır." Zale, barmenin kara mizah anlayışına şaşırarak gülümsedi. "Kurtarıcı sensin Kostas! Getir şu şaheseri. Bir de su… hayat iksirinden devam." İçindeki viski arzusunu bastırdı. Net kafa lazım Zale. Kaçarken sendeleyip Stavros’un kucağına düşmek istemezsin.
Tabağı önüne konduğunda, basit yiyecekler bir ziyafet gibi göründü gözüne. Tuzlu beyaz peynir, parlak siyah zeytinler, küflenmeye yüz tutmuş ekmek dilimleri… İlk lokmayı ağzına atarken alaycı bir düşünce geçti aklından "İşte burjuvazi! Bayat ekmek ve beyaz peynirle taçlandırılmış." Çiğnerken ekmeğin çıtırtısına kulak verdi. "Kulağa, son kuruşumun vedası gibi geliyor." Hızlıca yemeye başladı. Her lokmada gözü kapıdaydı. Kırlangıç Yuvası’nın gürültüsü bir yandan güvenli bir battaniye gibi sarıyor, bir yandan da dışarıdan gelecek tehditleri maskeleyebilecek bir tuzaktı. "Ya içeri Stavros’un kızı Eleni girse?" diye düşündü içinden kara bir mizahla. "Beni görüp, 'Ayy, dün bana sarkıntılık eden romantik bey!' diye bağırırsa? Sonra da babasının kaslı çocukları beni peynir tabağımın başında, ÇATIR ÇATIR sevse... Ne trajikomik bir final olurdu!"
Dün, 'Denizcinin Son Nefesi' meyhanesindeydi. İsmi bile uğursuzdu. İşten kovulmuş, morali sıfır, tek derdi kendini viskinin kollarına atmaktı. Derken, liman baronu Stavros’un göz bebeği kızı Eleni belirdi – kıvırcık saçlar, dramatik bakışlar, hayatta muhtemelen hiç "hayır" cevabı almamış biri. Kalabalıkta dans ederken tökezledi, elindeki kırmızı şarap dolu kadeh Zale’in masasına fırladı, kristal camlar bir anda paramparça oldu. Zale’in sarhoş beyni, "Düşmesin de sonra bana çamur atarlar," diye bir sinyal gönderdi. İyi niyetle, belki de biraz da refleksle, kolunu uzatıp Eleni’yi düşmekten hafifçe destekledi. İşte o an, hayatının en pahalı 'iyi niyet' hareketini yapmış oldu. Stavros’un mekandaki iki kara bulut gibi koruması, olayı "Fakir herif, hanımefendinin bileğine yapıştı!" diye yorumladı. Bağrış çağrış, itiş kakış başladı. Zale, adrenalinin sarhoşluğu dağıttığı o anın verdiği güçle, dar sokaklarda bir Olimpiyat atleti performansı sergileyerek kayıplara karıştı. Şimdi, son bir zeytini ağzına atarken düşündü "Yani, bir kız düşmesin diye tutarsın, sonra tüm şehir seni tacizci sanar. İyi niyetin cezası mı var bu dünyada? Keşke tökezlediğinde 'Yerçekimi 1-0!' diye bağırsaydım da bu belaya girmeseydim." Pişmanlık, peynirin tuzuyla boğazında düğümlendi.
Tabağın dibi göründüğünde, son yudum suyu da içti. Duvardaki çatlak duvar saati sekizi gösteriyordu. Gece gemisi onbir gibi kalkacaktı. "Ve ben bu lanet adadan bir daha dönmemek üzere gidiyorum!" diye düşündü. Cebini yokladı. Tamtakırdı. "Peynir tabağı ve iki su, koca servetimi silip süpürdü," diye iç çekti. Ayağa kalkıp kasıklarına kadar inen soluk ceketini düzeltti. Kostas’a doğru döndü, mecburi bir teşekkür mırıltısı hazırlıyordu ki, kapı aniden ardına kadar açıldı.
İçeri iki iri yarı adam girdi. Dar pantolonlar, gömleklerin altından belli olan kas kütleleri ve soğuk, tarayıcı bakışlar. Stavros’un adamlarına benziyordu bunlar. Zale’in kanı dondu. "Şimdi? Tam şimdi mi?" Hızlıca barın daha karanlık bir köşesindeki boş bir masaya doğru süzüldü, sırtını duvara verdi. Adamların gözleri mekânı tarıyordu. Kalbi göğsünde çekiç gibi çarpıyordu. "Görünmez ol Zale. Bir çöp tenekesi, bir gölge, bir hiç…" Adamlardan biri, Kostas’a doğru ilerledi. Zale nefesini tuttu.
"Kostas," diye gürledi adam, sesi meyhane gürültüsünü bastırdı. "Bizim hesabı kapatalım gitmeden. Hoş daha buradayız bu akşam limanda bir iş çıktı. Gece gemisi ertelendi. Sabaha kadar kalkmıyor. Haberin olsun." Kostas başıyla onayladı, bir şey söylemeden devam etti bardakları kurulamaya. Adamlar hesaplarını ödediler, bir süre daha etrafa bakındılar, sonra kapıdan çıkıp gittiler.
Zale, duvara yaslandığı yerden çözüldü. Nefesi hâlâ düzensizdi. Gemi ertelenmişti. Bu hem bir lanetti hem de bir mühlet. Stavros’un adamları onu burada aramıyordu, en azından şimdilik. Ama sabaha kadar bu adada kalmak demek, bir kez daha şansını zorlamak demekti. Karnı doymuştu, suyu vardı, ama parası yoktu ve şimdi bir geceyi bu meyhanede, saklanarak geçirmek zorundaydı.
Kostas, Zale’in boş su bardağını görüp yanına geldi. Sessizce yeniden doldurdu. Zale’in gözlerindeki paniği fark etmiş gibiydi. "Arada bazen böyle olur," diye mırıldandı alçak sesle, tezgahı siliyormuş gibi yaparak. "Liman bekçisinin kedisi yavrulamış. Her yer yavru kaynıyor. Kaptanlar da 'Kurbağa çiğnemeyelim' diye erteledi. " Zale, barmenin bu absürt açıklamasına şaşkınlıkla baktı. Kedi? Kurbağa? Kostas omuz silkti: "Sen rahat ol. Su benden. Oturduğun yer para istemez. Sabah görüşürüz… eğer görüşürsek." Göz kırptı ve başka bir müşteriye doğru yürüdü. Zale'in aklında tek bir düşünce vardı. "Kostas sen adamın dibisin!"
Zale, bardağındaki buz gibi suya baktı. Dışarıda, gece iyice koyulaşmıştı. Kırlangıç Yuvası’nın loş ışığı ve gürültüsü, şimdi onun için geçici bir kale gibiydi. Dışarıda, Stavros’un adamları ve ertelenmiş bir gemi vardı. İçeride ise bayat ekmek kokusu, Kostas’ın beklenmedik iyiliği ve bir gece boyunca saklanacak bir köşe. Karnı tok, boğazı ıslaktı, ama kaçışı sabaha kalmıştı. "Hayatımın ironisi," diye düşündü alaycı bir hüzünle, sırtını duvarın pürüzlü taşına daha rahat vererek. "Bir kadeh suyun bile bedelsiz olmadığı bir dünyada, kaçmak için sabahı beklemek… Ve bütün bunlar, liman bekçisinin kedisinin yavrulaması yüzünden." Gözlerini kapattı, meyhanenin uğultusunu dinleyerek, sabahın ilk ışıklarına ve belki de son şansına kadar bu 'yuva'da kalmanın planlarını yapmaya başladı. Dışarıdaki tehlikeli dünya bekleyebilirdi. Şimdilik, Kırlangıç Yuvası’nın gölgeleri ve Kostas’ın bedava suları, Zale'e yetmek zorundaydı.
Barın ucundaki çizikli ahşap tabureye otururken kemikleri gıcırdadı. Kirli önlüklü barmen, Kostas – mekânın tek değişmeyen parçası – kaşını kaldırarak yaklaştı. Zale’in sesi, kumlu bir yolda sürüklenen taş gibi pütürlü çıktı "Kostas birader, bir bardak su… çabuk olursan ömrüm uzar. Bu boğaz artık tarih oldu." Kostas kayıtsız bir tavırla buz gibi suyu önüne koydu. Zale bardağı iki eliyle kavrayıp yarısını bir dikişte indirdi. Serin sıvı boğazından aşağı akarken iç geçirdi "Ah, işte gerçek mutluluk! Viski mi? O yalancı sevgili. Seni unutturur, sonra da kupkuru bırakır." Karnı bu kez daha gürültülü isyan etti. "Tamam, tamam," diye mırıldandı, "Sıra sende aç gözlü."
Cebini yokladı. Birkaş bozuk para. Para durumu, "fakirlik" kelimesine bile hakaret edecek kadar kötüydü. Kostas’a döndü, vakur bir edayla "Şef mide orkestrası konser istiyor. Ucuz ve çabuk neyin var? Karnımı doyuracak, beni de batırmayacak bir şey?" Kostas, tezgahı paspasın ucuyla silerken omuz silkti "Peynir tabağı. Bayat ekmek, biraz beyaz peynir, zeytin. Üstüne bir de nohut salatası atarım, bedava. Taze ekmek versek kar marjımız sıfırlanır." Zale, barmenin kara mizah anlayışına şaşırarak gülümsedi. "Kurtarıcı sensin Kostas! Getir şu şaheseri. Bir de su… hayat iksirinden devam." İçindeki viski arzusunu bastırdı. Net kafa lazım Zale. Kaçarken sendeleyip Stavros’un kucağına düşmek istemezsin.
Tabağı önüne konduğunda, basit yiyecekler bir ziyafet gibi göründü gözüne. Tuzlu beyaz peynir, parlak siyah zeytinler, küflenmeye yüz tutmuş ekmek dilimleri… İlk lokmayı ağzına atarken alaycı bir düşünce geçti aklından "İşte burjuvazi! Bayat ekmek ve beyaz peynirle taçlandırılmış." Çiğnerken ekmeğin çıtırtısına kulak verdi. "Kulağa, son kuruşumun vedası gibi geliyor." Hızlıca yemeye başladı. Her lokmada gözü kapıdaydı. Kırlangıç Yuvası’nın gürültüsü bir yandan güvenli bir battaniye gibi sarıyor, bir yandan da dışarıdan gelecek tehditleri maskeleyebilecek bir tuzaktı. "Ya içeri Stavros’un kızı Eleni girse?" diye düşündü içinden kara bir mizahla. "Beni görüp, 'Ayy, dün bana sarkıntılık eden romantik bey!' diye bağırırsa? Sonra da babasının kaslı çocukları beni peynir tabağımın başında, ÇATIR ÇATIR sevse... Ne trajikomik bir final olurdu!"
Dün, 'Denizcinin Son Nefesi' meyhanesindeydi. İsmi bile uğursuzdu. İşten kovulmuş, morali sıfır, tek derdi kendini viskinin kollarına atmaktı. Derken, liman baronu Stavros’un göz bebeği kızı Eleni belirdi – kıvırcık saçlar, dramatik bakışlar, hayatta muhtemelen hiç "hayır" cevabı almamış biri. Kalabalıkta dans ederken tökezledi, elindeki kırmızı şarap dolu kadeh Zale’in masasına fırladı, kristal camlar bir anda paramparça oldu. Zale’in sarhoş beyni, "Düşmesin de sonra bana çamur atarlar," diye bir sinyal gönderdi. İyi niyetle, belki de biraz da refleksle, kolunu uzatıp Eleni’yi düşmekten hafifçe destekledi. İşte o an, hayatının en pahalı 'iyi niyet' hareketini yapmış oldu. Stavros’un mekandaki iki kara bulut gibi koruması, olayı "Fakir herif, hanımefendinin bileğine yapıştı!" diye yorumladı. Bağrış çağrış, itiş kakış başladı. Zale, adrenalinin sarhoşluğu dağıttığı o anın verdiği güçle, dar sokaklarda bir Olimpiyat atleti performansı sergileyerek kayıplara karıştı. Şimdi, son bir zeytini ağzına atarken düşündü "Yani, bir kız düşmesin diye tutarsın, sonra tüm şehir seni tacizci sanar. İyi niyetin cezası mı var bu dünyada? Keşke tökezlediğinde 'Yerçekimi 1-0!' diye bağırsaydım da bu belaya girmeseydim." Pişmanlık, peynirin tuzuyla boğazında düğümlendi.
Tabağın dibi göründüğünde, son yudum suyu da içti. Duvardaki çatlak duvar saati sekizi gösteriyordu. Gece gemisi onbir gibi kalkacaktı. "Ve ben bu lanet adadan bir daha dönmemek üzere gidiyorum!" diye düşündü. Cebini yokladı. Tamtakırdı. "Peynir tabağı ve iki su, koca servetimi silip süpürdü," diye iç çekti. Ayağa kalkıp kasıklarına kadar inen soluk ceketini düzeltti. Kostas’a doğru döndü, mecburi bir teşekkür mırıltısı hazırlıyordu ki, kapı aniden ardına kadar açıldı.
İçeri iki iri yarı adam girdi. Dar pantolonlar, gömleklerin altından belli olan kas kütleleri ve soğuk, tarayıcı bakışlar. Stavros’un adamlarına benziyordu bunlar. Zale’in kanı dondu. "Şimdi? Tam şimdi mi?" Hızlıca barın daha karanlık bir köşesindeki boş bir masaya doğru süzüldü, sırtını duvara verdi. Adamların gözleri mekânı tarıyordu. Kalbi göğsünde çekiç gibi çarpıyordu. "Görünmez ol Zale. Bir çöp tenekesi, bir gölge, bir hiç…" Adamlardan biri, Kostas’a doğru ilerledi. Zale nefesini tuttu.
"Kostas," diye gürledi adam, sesi meyhane gürültüsünü bastırdı. "Bizim hesabı kapatalım gitmeden. Hoş daha buradayız bu akşam limanda bir iş çıktı. Gece gemisi ertelendi. Sabaha kadar kalkmıyor. Haberin olsun." Kostas başıyla onayladı, bir şey söylemeden devam etti bardakları kurulamaya. Adamlar hesaplarını ödediler, bir süre daha etrafa bakındılar, sonra kapıdan çıkıp gittiler.
Zale, duvara yaslandığı yerden çözüldü. Nefesi hâlâ düzensizdi. Gemi ertelenmişti. Bu hem bir lanetti hem de bir mühlet. Stavros’un adamları onu burada aramıyordu, en azından şimdilik. Ama sabaha kadar bu adada kalmak demek, bir kez daha şansını zorlamak demekti. Karnı doymuştu, suyu vardı, ama parası yoktu ve şimdi bir geceyi bu meyhanede, saklanarak geçirmek zorundaydı.
Kostas, Zale’in boş su bardağını görüp yanına geldi. Sessizce yeniden doldurdu. Zale’in gözlerindeki paniği fark etmiş gibiydi. "Arada bazen böyle olur," diye mırıldandı alçak sesle, tezgahı siliyormuş gibi yaparak. "Liman bekçisinin kedisi yavrulamış. Her yer yavru kaynıyor. Kaptanlar da 'Kurbağa çiğnemeyelim' diye erteledi. " Zale, barmenin bu absürt açıklamasına şaşkınlıkla baktı. Kedi? Kurbağa? Kostas omuz silkti: "Sen rahat ol. Su benden. Oturduğun yer para istemez. Sabah görüşürüz… eğer görüşürsek." Göz kırptı ve başka bir müşteriye doğru yürüdü. Zale'in aklında tek bir düşünce vardı. "Kostas sen adamın dibisin!"
Zale, bardağındaki buz gibi suya baktı. Dışarıda, gece iyice koyulaşmıştı. Kırlangıç Yuvası’nın loş ışığı ve gürültüsü, şimdi onun için geçici bir kale gibiydi. Dışarıda, Stavros’un adamları ve ertelenmiş bir gemi vardı. İçeride ise bayat ekmek kokusu, Kostas’ın beklenmedik iyiliği ve bir gece boyunca saklanacak bir köşe. Karnı tok, boğazı ıslaktı, ama kaçışı sabaha kalmıştı. "Hayatımın ironisi," diye düşündü alaycı bir hüzünle, sırtını duvarın pürüzlü taşına daha rahat vererek. "Bir kadeh suyun bile bedelsiz olmadığı bir dünyada, kaçmak için sabahı beklemek… Ve bütün bunlar, liman bekçisinin kedisinin yavrulaması yüzünden." Gözlerini kapattı, meyhanenin uğultusunu dinleyerek, sabahın ilk ışıklarına ve belki de son şansına kadar bu 'yuva'da kalmanın planlarını yapmaya başladı. Dışarıdaki tehlikeli dünya bekleyebilirdi. Şimdilik, Kırlangıç Yuvası’nın gölgeleri ve Kostas’ın bedava suları, Zale'e yetmek zorundaydı.