Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Sun Aug 03, 2025 2:11 am
Rol: SSK'dan özürlü emeklisi Renk Körü Gözcü
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Üzerimize dikilen gözlerle üzerimdeki ceketin fermuarını “Ne bakıyorsunuz lan?” diye mırıldanarak çekme ihtiyacı hissetmiştim. Soğuktan iyice morarmış narin ellerimi de ceketin ceplerine sokup bir tavuk misali boynumu iyice yakamın içine gömmüş, kamburumu çıkarmıştım. Cüce herif ücra bir masada oturan bir garip sarhoşu kovmuştu bize yer açmak için. Götüm donuyor, bacaklarım yorgunluktan pıt pıt atıyor olmasa fırsattan istifade şamataya karışıp herife neden karıştığını bahane ederek biraz eğlenebilirdim, fakat götüm götüm kaptanlarımın yanında ilerleyip kedi gibi bir köşeye kıvrılmakla yetindim.

Önüme konulan biradan bir yudum aldım. Bir şey sipariş etmesem de gelmişti ve gelen bira, içilirdi. Bir büyük yudum daha… Sonrasında ise bardağı indirmeden kafaya dikmece. Soğuk sıvı yarını farenjitle boğuşturmaya ant içercesine boğazımı parçalayarak geçse de birazdan kanıma yayılmaya başlayacak sıcaklığa değerdi. “Battis de alalım mı, hıı?” diye dirseğimle Sarısakal’ı dürtükledim. Bir miktar aklını çelmeye çalıştım ısrarcı olarak.

Işık hızıyla tazelenen ikinci biramdan da bir yudum alarak Morsakal’ı dinlemeye başladım. Fakat daha ilk cümlelerinde beynimde bir spiral oluşmaya ve aklımdaki kağıttan minik tekneleri bu spiralin içine çekmeye başladı. Bir tanesinin içinde ben de vardım bunların, minnacık olmuştum ve kısa kollarımı sağa sola sallayarak yardım için çığlık atıyordum zihnimin içinde, girdabın içinde yok olurken. Son bir parçam da gözden kaybolduğunda “Plöp!” sesiyle kendime geldim. Önümdeki bardakların sayısı haddinden fazlaca artmış, ancak bu siktiğimin muhabbeti ne var ki hala bitmemişti! Kafamı, kendimi bayıltmak istercesine masaya gömçürmek istemiştim.

İsyan bayrağını ilk çeken Kösesakal olmuştu. Eh, akşamdan beri direkt olarak kendisiyle uğraşıldığı için de beklenilen bir durumdu. Pıtı pıtı bir şekilde masaya tırmanmaya başlamasıyla sırıtıp, ben de ayaklanmaya yeltendim. Fakat ben daha dizimi kaldırıp masaya çıkamadan Mavisakal Köse’ye el attığı gibi onu geri koltuğa çekti. Ben de hayal kırıklığıyla geri koydum götümü yerine. Mavisakal’ın peynir canavarları ve dantelli iç çamaşırlarını konu alan peri masallı hikayesi destanını dinlemeye koyuldum bıkkın bir şekilde. Şarap da vardı sanırım… Ya da, öyle bir şeydi işte!

Bardağımda kalan birayı, bilincimi kapatacak yudum olmasını dileyerek kafaya diktim. Köse’nin yanaklarından yakaladım tek elimle ve suratını kendime çevirdim. “Bak şimdi, beni iyi dinle. Ben sana asıl olayı anlatcam!” dedim elimi çekerken. Bacco’nun, içerinin çamur olmasını önleme umutlarıyla koyduğu kovayı işaret ettim.

“Herkes kovanın sadece su taşımaya yaradığını sanır. Halbuki kova dediğin şey tayfanın ruhunu taşır. Mesela kafanı uzat, içindeki suya bi bak. Kendini göreceksin. Neden? Çünkü sen de tayfadansın! Ben de tayfadanım, bu yüzden ben baktığımda da beni göreceğim! Ama seni görmeyeceğim! Seni görmüyorum diye aynı tayfada olamayacak mıyız yani?”

Birkaç saniye suratın bakıp bir cevap bekledim. Sonra aniden “HİÇ DE BİLE!” diye bağırdım.

“Bak! Ama öyle her kova her tayfanın ruhunu da taşıyamaz! Ahşap kova olur mesela. Güzel, rustik görünür. Fenadır, ama tuzlu su çatlatır. Şişirip patlatır. Her yer su olur. Tayfanın ruhu da gider. Demir kova ise ağırdır, sen iki paspas atayım derken sırf o demir yüzünden yorulursun. Bu yüzden darlayıp durma Morsakal’ı yeni kova al diye. Pahalı bir şey oğlum onlar!”

Kafamı iki yana sallayıp tasvip etmez şekilde dilimi şıklatmaya başladım.

“Hatta şunu da söyleyeyim bu kovayı gemide nereye koyduğun da çok önemlidir. Bak kaptanımıza, geleceği görmüş, bu gemi bizi taşımaz demiş, çekmez demiş. Su aldıkça suyu dökelim demiş, demir kova koymuş. Sen ikincisini alacaksın ne yapacaksın? Hem rutubet basar, yosun tutar çok kova olursa. Güneşte ısınır yakar elini. Bok gibi mevzu yani.”

Kafamı bu sefer de yukarı aşağı salladım, “Yaa, yaa..” dercesine.

“Yani diyeceğim odur ki kova dediğin şey tayfayı bir arada tutar! İçindeki suyu korur, dökersen boş kalır! Aynı bu bardak gibi! Bak, içtim, boş kaldı. Şimdi tazeleyin diyeceğim, dolacak!”

Konuşmamı bitirmemle gözlerim kararmaya başladı. Aralıksız da konuşmamıştım halbuki ki nefesim kesilsin... Ama sanırım, uykuydu bu, sarhoşlukla gelen o tatlı iç mayışması. Önümdeki masa gitgide suratıma yaklaşmaya başladı. Biri masayı ya yukarı doğru kaldırıyordu, ya da benim kafam öne doğru gidiyordu. Çok geçmeden "Pat!" sesi eşliğinde masanın soğuk döşemesi ile alnım buluştu, karanlık da etrafı tamamen sardı. Bilincim biraz daha sakinleşirken kaptanların boş muhabbeti artık uzaktan boğuk bir şekilde gelen ninniydi benim için.
Image
Game Master
Game Master
Joined: Wed Nov 27, 2024 12:39 am
Bacco’nun sizi karşılamasının ardından Jouzen lakabının doğru telaffuz şeklini dile getiriyor. Ancak Bacco tam geriye doğru adım attığı sırada başlayan Jouzen’in konuşmasını yarım kulakla dinler gibi görünüyor ve kafasını birkaç kez söylenenleri pek de umursamadığını belli eder şekilde sallamakla yetiniyor. Bacco’nun bu tavırlarına bakıldığında, sizi -en azından Jouzen’i- gerçekten tanıdığı konusunda içinde ciddi şüpheler oluşmaya başlıyor. Zira Jouzen’in dış görünüşüne baktığınızda, onunla ilgili söylenebilecek sıfat bir elin parmağını geçmez gibi dururken, Bacco’nun sadece en bariz olanı seçtiğini düşünmeye başlıyorsunuz. Masanıza yerleşmenizin ardından Bacco’nun sipariş için yanınıza gelmesini beklediğiniz esnada, masada muhabbeti döndürmeye başlıyorsunuz. Bu muhabbet daha pek de koyu bir kıvama gelmeden de Bacco masanıza yanaşıyor ve siparişlerinizi almaya başlıyor. Bu noktada dikkatinizi çeken husus, sanki Bacco’nun tüm siparişleri ezbere yazıyor gibi durması oluyor. Nitekim Paslı Çapa içindeki masalara kısa süre bir bakış attığınızda, hemen hemen tüm masalarda aynı et ve alkol ürünü olduğunu görüyorsunuz. Masada oturan, diğerlerine göre daha temiz yüzlü denebilecek birkaç kişinin tercihi balık olmuş olsa da, denizlerde bolca tüketebilinen balığı burada oturup yemek kulağa pek mantıklı da gelmiyor.

Bacco’nun masaya geldiği sırada Caelum’un söze girişiyle yaşanan garip sessizlik de aklınızda kalan bir detay oluyor. Caelum her ne kadar Bacco’ya karşı samimi söylemlerde bulunsa da, Bacco’nun Caelum’u tanımadığına o kadar emin oluyorsunuz ki, Bacco’nun bakışlarındaki boşluk ruhunuzu bile ele geçirmek ister gibi duruyor. Başta bu tanımama durumunun Caelum’un uzayan sakallarından ileri geldiğini kabul etmek isteseniz bile, Caelum’un sözlerinin sonlanması akabinde Bacco’nun tekrar boş kafa sallayışı, Caelum’u zerre tanımadığını açıkça belli ediyor. Bacco’nun siparişleri almasından sonra masadan uzaklaştığı sırada Caelum enstrümanlar ile ilgili seslendiğinde, Bacco sadece omzunu silkmekle yetiniyor.

Aranızdaki muhabbetin kiminize göre koyulaşıp devam etmesi, kiminize göre çekilmez hale gelmesi ve kişi başına tüketilen biraların sayısının birden fazlalaşması sonrasında, masadaki en dikkat çeken hareket Subaru’dan geliyor. Aldığı hafif bir nefesin ardından yoğun ve kıvamlı bir geğirik tüm eşsiz tınısıyla ağzından çıkmaya başladığı anda, bir anda Caelum’un Subaru’nun ağzını kapatmasıyla senfoni yarıda kesiliyor. Caelum’un avcunun içi bir miktar salyayla dolmuş olsa bile, Subaru’yu kontrol altında tutmayı başarıyor ve onu geri yerine oturtup konuşmayı devam ettiriyor. Subaru, içinde kalan geğirin huzursuzluğu ile oturmaya başlıyor ve sohbet Fuuka’nın sözleriyle sürüyor. Ne var ki, onun da sözleri alnının masaya inmesiyle sonlanırken, çıkan ses Subaru’nun kesilen geğirinin ardından ikinci kez bakışların masanıza dönmesine neden oluyor. Ancak hiçbiriniz bu bakışlarda herhangi bir rahatsız edicilik veya tehdit algılamıyorsunuz. Zira Paslı Çapa’nın içine bir kez daha göz attığınızda, burada başkalarını umursayan pek de birilerini olmadığını anlayabiliyorsunuz.

Sohbetiniz Bacco’nun masaya birkaç kez gelmesiyle kesilmiş olsa bile, bu kez duraksamanıza neden olan başka bir olay yaşanıyor. Bara girdiğinizde Bacco’nun sizin için boşalttığı masanın sahibi, masanın kenarından sadece kafası görünecek bir şekilde belirmeye başladığı sırada, belki de yüzünü bile hatırlamayacağınız adam “Siz ne anlatıyo’nuz gerçekten? Ne pis muhabbetiniz varmış be!” diyor. Suratında hala daha yediği fırçanın kızarık izini taşıyan adam “Siz nasıl insanlarsınız? Adam suratımı elime verdi… Hadi onu geçtim, benim masamı size verdi… Hadi onu da geçtim, iki saattir yerdeyim, içinizden bir insan evladı da çıkıp ‘iyi misin?’ demez mi ya? Bu mu insanlık ya?” diye söylenmeye başlıyor. Sadece kafası görünmeye devam ettiği sırada adam her ihtimale karşı temkinli ve biraz da çekingen bir şekilde bakışlarını sizin aranızda döndürdükten sonra Fuuka’ya bakıp onda takılı kalıyor. Bir süre Fuuka’yı kesmesinin ardından ise adam “Sen iyi misin? En son lanet bir denizci tüfeğinin dipçiğini kafama indirdiğimde öyle bir ses duymuştum! Zaten o sesi duyunca da bayılmıştım, hehe…” diyor. Her ne kadar adam sözlerini hafif yavşayan bir dille söylemiş olsa da, niyetinin Fuuka’ya asılmak olmadığını anlayabiliyorsunuz. Nitekim adam bu sözlerinden sonra bir kez daha bakışlarını aranızda gezdirirken “İnsanlık görün, cenıtılımınılılılık görün!” diyor sahte bir böbürlenişle. Fakat adam bu sözlerinden sonra kendi kendine kısık bir sesle "lılılık... lılık... lılı..." demeye başlıyor.
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:31 pm
Rol: amuğagoyimkiHA!
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Dünyanın en seksi, en muhteşem seslerinden birini çıkartmak üzereyken Mavisakal'ın eli tarafından yarıda kesilmişti. Mavisakal'ın bunu niye yaptığını biliyordu, bardaki tüm kadınları Kösesakal alıp götürecekti sesi duydukları anda, geceyi onlarla geçirecekti ve Mavisakal onu pencereden izleyip kıskanacaktı. Bu kıskançlığı yaşamamak için eylemini yarıda kesmiş, ona engel olmuştu ve sinirle yerine oturmuştu genç adam. Bütün içtenliği ve kalbiyle Caelum'un yaşayacağı durumu anladığında, sessizlik içerisine gömülmüş ve onun sözlerini de dinlemeye başlamıştı. Muhabbet yine keçi derisine bağlandığında, kollarını göğsünde kavuşturup dinlemeye devam etti. En iyi inek sütünün düz arazide yetişip, kaslı olan ineklerden geldiğini söylüyordu. Dağın havasının o sütü iyi sertleştireceğini söylediğinde, kaptanına bir istekte bulunmaya karar vermişti. Dağa gidip inek aramak istiyordu. İneği gemisine alıp sürekli sağmayı planlıyordu. Ta ki, sütü bitip bir deri kemik oluncaya dek onun sütünü içip bayılacaktı bir kenarda, sütü bittiğindeyse denize fırlatacak ve yeni bir dağ arayacaktı. Mavisakal'ın sözü, hayatı boyunca yapacağı seçime geldiğinde, gözleri pörtledi, eliyle ağzındaki eli kaldırdı, bir anda bağırmaya başladı.

"Nasıl hayatım boyunca lan-amuğagoyimkiHA? Benim bu sakallarım çıkmayacak mı hiçbir zaman, onu mu demek istiyon, ne demek istiyon, benim de sakallarım çıkacak lan-amuğagoyimkiHA! Görmüyon mu şu göğüs kıllarını, onlar gibi olacak-amuğagoyimkiHA!"

Bu lafından sonra, Pembesakal söze girmişti. Bu sefer, gerçekten had aşıcı bir konuşma ortaya çıkmıştı. Bütün gün kovayı, paspası taşıyan Kösesakal'a, kovayı öğretiyordu. Sinirli gözleri Pembesakal'a doğru çevrildi, sandalyesinden ayağa kalktı konuşmasının ortasında. Ayakta dinlemeye başladı tüm ağzından çıkan kelimeleri. Yumruklarını sıktı sinirle, göğüs kılları havaya kalkmaya başladı. Pembesakal'ın konuşması bittiğinde, birbirine sıkıca kenetlediği çenesini açtı ve tekrardan bağırdı.

"Madem anlıyodun kovadan, bana niye yaptırıyonuz lan paspası-amuğagoyimkiHA! Benim işimi bana mı öğretiyonuz, güverteyi her gün ben temizliyom, bundan sonra kutsal kovan temizlesin-amuğagoyimkiHA!"

Tam yerine oturmak üzere harekete geçmişken, boşaltılan masanın sahibi kafasını çıkarmış, ne pis muhabbetleri olduğu hakkında yorum yapmıştı. Bir kaşı sinirle havaya kalktı, adamı dinlemeye devam etti sessizce. İçlerinden kimsenin iyi misin diye sormaması, adamın gücüne gitmiş gibi konuşuyordu. İnsanlık hakkında söylenmeye devam ederken, havaya kalkan kaşı seğirmeye başladı. Kimse, kaptanının ve tayfasının muhabbetine pis diyemezdi. Adam, bir süre sonra Pembesakal'a yanlamaya başladığında, masaya koyduğu bira bardağına doğru yöneldi Kösesakal'ın eli. Bardağı eline aldıktan sonra, içinde az bir şey kalmış sütlü birasını da kafaya dikti. Adam insanlıktan, centilmenlikten bahsederken, Kösesakal söze girmenin tam vakti olduğunu düşünmüştü.

"Ulan-amuğagoyimkiHA..."

Kısık bir sesle ağzından çıkan bu anlamsız cümlenin ardından, bağırmaya başlamıştı bir anda.

"Sen ne anlarsın lan pirinçten, gaz lambasının içinde duran yetimhaneden-amuğagoyimkiHA! Yağlı lambayla donatılmış yağsız halat gördün mü sen hiç ha-amuğagoyimkiHA? Kırışık kıyafetlerin çıkarttığı köpüklerden yaratılmış ahşap fıçıyı dağa götürüp keçi derisiyle kapladın mı ha-amuğagoyimkiHA! Sen hiç bi kovanın içerisinde boşta kalıp güneşte ısındın mı lan-amuğagoyimkiHA! Pirinç büllüklü kova kafalı seni-amuğagoyimkiHA!"

Aldığı öğütlerin hepsini adama sattıktan sonra, sinirden titrer hale gelmişti. Göğsü iyice kabarmışken, elindeki bira bardağını bir anda adamın kafasına fırlattı tüm gücüyle. Sonrasında olduğu yerden fırladı adamın üstüne, adamı yumruklamaya başlayacaktı. Bir sağdan, bir soldan vuracaktı adamın suratına. Bayıltana kadar dövecekti bu adamı.
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:16 pm
Rol: bacısiken9002
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
"Evet evet, hım hım... Çok önemli bu kısım... Bak burayı iyi dinle... Vay vay... Ivır zıvır... Çoluk çocuk... Evet evet... Dağ ineği mi oh oh..."

Morsakal olabildiğince ciddi bir şekilde Kösesakal'a bildiklerini anlatmış, arkasından Sarısakal ve Mavisakal da Morsakal'a eşlik etmişlerdi. Masada anlatılan konular çok kıymetli ve her korsanı yakından ilgilendirecek konulardı ve Morsakal diğer tayfa üyesi arkadaşlarının anlattıklarını onaylarcasına ara ara konuşmaya dahil oluyor, genelde ikilemeler ile onları onaylıyordu. Bir noktada Kösesakal isyan edecekmiş gibi olsa da, Mavisakal isyanı erkenden hissetmiş ve Kösesakal'ın eğitim serüvenine devam etmesini sağlamıştı. Pembesakal'ın da konuya dahil olmasıyla birlikte masada anlatılanlar pik noktaya ulaşmış gibi gözüküyordu. Pembesakal kova ile ilgili bir metafor anlatırken, Morsakal tam olarak ne demek istediğini anlamamış olsa da anlayabildiği noktalarda kafasını yukarı aşağıya doğru sallıyor, ellerinin işaret ve baş parmaklarını uçlarından birleştirerek kovaya benzeyen çember bir şekle sokuyor, elleri yakar dediği noktada eli yanmış gibi yapıp bileğinden serbest bırakarak havada sallıyor ve olmayan bir kova ile sintineyi boşaltma hareketi yapıyordu.

Bilgi Kösesakal'a fazla gelmişti. Pembesakal'ın bayılması ile birlikte ise daha da coşmuş ve bağırmaya başlamıştı. Tam o sırada tayfa masaya oturmadan önce masadan kovulan adam başını kenardan çıkarıp konuşulanlara laf etmeye başlamıştı. Önce sadece masadaki tayfanın konuştuklarının ne kadar boş olduğunu söylerken, sonrasında Pembesakal'a iyi olup olmadığını sorduğunda Kösesakal çileden çıkıp adam saldırmaya başlamıştı. Kösesakal adama sağlı sollu vurmaya başladığında Morsakal oturduğu yerden masayı sarsarak ayağa fırladı ve "KÖSESAKAL, YABANCI. SAKAL ÇARMIHI MI İSTİYORSUNUZ?" diye kükreyerek hem Kösesakal'ı hem masanın yanından kafasını çıkarmış olan adamı enselerinden yakalayıp havaya doğru kaldırdı.

İkisini de karşısına alıp, ayrı ayrı sandalyelere oturttu. Morsakal ise ayakta, öne doğru eğilerek, tek elinin işaret parmağı ikiliyi gösterecek şekilde duruyordu. "Sen! Yabancı birilerinin yanına izin almadan gelip konuşmaya dalarak ne yaptığını sanıyorsun. Annen sana hiç mi yabancılar ile konuşma demedi, ya biz kötü insanlar olsaydık ve sana şeker verip böbreğini alıp Grand Line'da deniz maymunlarına satsaydık ne halde olurdun. Ya sen! Masamıza gelmiş aç bir yabancıya nasıl saldırırsın, çocuklara öyle saldırılır mı? Hiç yakışıyor mu bize. Olacak iş değil." diye azarlamaya başlamıştı.

Morsakal ikiliyi bir süre azarladıktan sonra birkaç dakika boyunca hayatla ilgili çok temel şeylerden bahsetmeye devam etmişti. "Ve biraz önce anlattığım gibi, karideslerin kalpleri kafalarında bulunur. Bu da size hayat dersi olsun. Bir gün belki işinize yarar." diyerek cümlelerine devam ederken birden aklına çok önemli bir şeyi unuttuğu geldi.

"Çok önemli bir şeyi size anlatmayı unuttum. Toplanın Sakal Tayfası." dedi ve sandalyeye oturup masaya yaklaştırdı. Elini sırtındaki pelerinin iç cebine doğru atıp 5 adet bebek den den mushi çıkardı. "Bunları sizin için almıştım ama vermek için uygun zamanı bekliyordum." dedi ve renklerine göre ayrı ayrı herkes için özel olarak yaptırdığı den den mushileri tayfa arkadaşlarına birer birer dağıtmaya başladı. Son olarak temizlikten parıldayan kahverengi den den mushiyi Kösesakal'a doğru uzattı ve kafasını yana çevirdi. Biraz önce Kösesakal'ın dövdüğü yabancı adam da bir şeyler beklermiş gibi yanda oturuyordu. "Sana yok üzgünüm... Sen kimsin bu arada?" dedi.
Image
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 6:52 pm
Rol: Müzisyen
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Sözlerimi tamamladığımda belli ki genç arkadaşım Kösesakal’ın aklında bazı soru işaretleri kalmıştı. Yeterince iyi anlatamamıştım sanırım. Yeni servis edilen biramdan bir yudum alıp bardağı çeyreğine kadar mideme indirdikten sonra Kösesakal’ı rahatlatacak sözlerime giriş yaptım. “Tabi ki olacak. Senin de adını sakalının rengine değiştireceğiz. Ama önce peynir işini öğrenmen, sonra sakallarına iyi bakman lazım. Sakal bakımını öğrendin mi Sarısakal’dan?” Gözlerimi Sarısakal’a çevirip temiz elimle konuya girmesi için onu yeniden sohbete davet ettikten sonra başımı biraz aşağı eğerek zamanında bana da öğrettiği sakal rutinleri için kendisine minnettarlığımı tekrarlayacaktım. “Bak demin Bacco Bey’e de dediğim gibi, ben de önceden böyle uzatmazdım. Tayfaya katılınca sakalın önemini anladım.” Sözlerimle genç dostumu rahatlatıp ilhamlandırmayı umuyordum. İnanıyordum ki onun da bir gün benim gibi gür sakalları olacaktı.

Tabi ya, kova…” Pembesakal’ın bahsini açtığı konuya onu dinlediğimi bildiren kelimelerle dikkat ederken diğer yandan Kösesakal’ın çığlıklarını engellediğimde elimde biriken salyasını çaktırmadan Sarısakal’ın gömleğinin yaka kısmına silmeye çalışıyordum. “Evet işte aynı o bardak gibi…” demeye kalmadan Pembesakal’ın kafasının bir anda masaya düşüşünü gördüm. Anında yerimden hareketlenip araya elimi uzatıp canının acımaması için bir hamle yapmış olsam da yetişememiştim. Masanın bizim oturduğumuz tarafındaki her şeye kolayca ulaşabiliyordum ama karşı taraf için biraz daha esnek olmam gerekiyordu. Ayrıca ters taraftaki elimi aramızda Kösesakal oturuyor olmasına rağmen fark ettirmeden Sarısakal’ın gömleğine silme girişimim sırasında düşmüş olması talihsiz olmuştu. Elimden geleni denediğim telkiniyle geri oturdum.

Yattığı yerden kafasını uzatıp söylenen adamın sözlerini sakince dinledim. Anlattıklarından anladığım kadarıyla adam kendini döve döve bayıltıp sonra ayılıp içki içerek bayıltarak bir döngüye sokuyordu. Çok da samimi olmadan bunun gereksizliğini belirten pejoratif bir soruyla kendimi bu muhabbetin dışına itecektim. “Her şey tamam olsa bile, birader niye denizci tüfeğiyle kendi kafana vuruyorsun?” Bir büyük yudumla bardağımın yarısının azı dolu kalana kadar biramdan içtim. Adam belli ki bir çeşit deliydi. Tayfaya dönüp bir kaşım havada, elimi görünmez bir küreyi ovalar gibi sağa sola çevirerek adamın akıl sağlığından yoksun oluşunu arkadaşlarıma da bildirdikten sonra gözlerimi köşedeki enstrümanlara çevirdim. İyi durumda gözüküyorlardı. Aklımda söyleyeceğim şarkıların planını yapmaya başladım.

Kösesakal garip adama haddini bildirirken az önce bizden edindiği tüm bilgilerden bir sarmal yaratmıştı. Söylediğimiz tüm lafları ortaya karışık meze tabağı gibi rastgele sıralarla adama tükürüyordu. Bir yandan doğru şeyler de söylüyordu. Sözlerin karışıklığı benim de aklımda soru işaretlerine yol açmıştı. Önüme bakıp düşünmeye başladığım sırada Kösesakal adama saldırmış ama Morsakal olaya hemen el atmıştı. Morsakal’ın ayağa kalktığı sırada sarstığı masayı dengeye geri getirip üzerinden bir şeyler dökülmesini engellediğim sırada çarmıh lafını ettiği anda işin ciddiyetini anlamıştım. Tayfaya karşı günah ve hadsizlik işleyenlerin cezası Morsakal tarafından çarmıha gerilmekti. Bu ciddi bir meseleydi.

Morsakal durumu hızlıca sakinleştirmeyi denemiş ve kavgayı ayırıp derin bilgi birikimiyle ikiliye dersini vermişti. Ardından tayfayı yeniden masaya toplayıp bize aldığı hediyeleri önümüze koydu. Bizlere benzeyen birer bebek den den mushi vardı önümüzde. Bütün ekibe özel yetiştirtmişti bu tatlı şeyleri. Yüzümde engel olunamaz bir gülümseme oluşturacak kadar muhteşem bir hediyeydi bu. “Teşekkürler kaptan, hayatımda aldığım en iyi hediye.” Laflarımın ardından bana benzeyenini sol elime alıp sahibine alışması için biraz elimin üzerinde yürüttüm. Biraz da yumuşak dokunuşlarla kabuğunu sevip ısınmasını sağlamaya çalıştım. Bunların faydası olur muydu bilmiyordum ama içimden öyle gelmişti. Suratını suratımın önüne getirip kendisine ‘küçük ses’ anlamına gelen ismini verdim. “Senin adın Vocina!” Son olarak ceketimin boş olan iç cebine yerleştirip lüzum gördüğüm zamana kadar uyuyup dinlenmesini sağlayacaktım.

Bara girdiğimden beri gözlediğim, enstrümanların durduğu köşeye gitme vaktı gelmişti. Biramın kalanını da tek seferde yutaktan geçirip mideme indirdikten sonra hızlıca ayağa kalktım. Masadakilerin meraklı bakışlarına karşı gülümseyip: “Gösteri devam etmeli.” Sözlerimin ardından ağır adımlarla sahneme varıp kemanı ve yayını iki elime aldım. Arşenin yeterince reçineli olup olmadığını teyitledim. Kemanın tellerinin akort durumunu kontrol ettim. Sesimi ve boğazımı birkaç küçük öksürükle temizledim. Tek bacağımı bulabildiğim bir yükseltiye yerleştirip doğru pozisyonu aldım. Ardından yayı tellere sürüp başladım türküme!

BARA BARA YO
BARA BARA YO
AHOY AHOY
BARA BARA YO

Salla yelkeni, Santa burada,
Deniz yarılır, çalar mora.
Pembesakal kahkaha atar,
Mavisakal telleri yakar!

BARA BARA YO, tayfa denizde,
Kaptan bağırır, donanma çöker.
Zincir vuran zincirle geber,
Korsanlar, denizciyi ezer!

Doldur fıçıları, dök dalgaya,
Denizcinin, vur anasına!
Harala gürele vur tayfa vur!
BARA BARA YO, gür suda boğdur!
Image
► Show Spoiler
Post Reply