Page 2 of 3

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Thu Feb 13, 2025 5:06 pm
by GM - One Piece
Kanaga’nın uzaklaşmasıyla birlikte, adımlarını daha önce birkaç kez içerisinde girmiş olduğun karargaha yönlendiriyorsun. İçinin dışına göre pek de heybetli olmadığını bu yerin, aslında tamamen dış görüşe önem verilmiş bir yer olduğunu bir kez daha kendine itiraf edebiliyorsun. Nitekim, Kanaga ile adımladığın yolu hızla geride bırakıp tekrar avluya vardığında, artık kalabalığın dağıldığını ve burada olan kimselerin de kendi işleriyle meşgul olduğunu görüyorsun. Belki de 10 dakika önce, özellikle rütbeli denizcilerin varlığı ile destansı bir halde bulunan avlunun şu anda bu hale bürünmüş olması, şüphesiz içinde bulunduğun denizcilerde kişilerin ne anlam ifade ettiğini görmeni sağlıyor. Adımların karargahın içine giren kapıyı hızla arkanda bıraktığında, içeride evrak telaşı içinde olan denizcileri, peşi sıra emirlerini veren rütbelileri ve aldıkları bu emirleri akıllarında tutmaya çalışan diğer denizcileri görebiliyorsun. Yanından geçen denizcilerin her birinin sana selam vermeyi ihmal etmemesi, bugüne kadar pek gördüğün ve alıştığın bir tablo olmuyor. Nitekim, bugüne kadar hemen hemen sadece ilk selamı veren taraf olduğunu düşündüğünde, zamanla ilk selamı alan olmaya da alışman gerektiğini anlıyorsun. Elbet bu durum, sadece birkaç kez tekrar ediyor ve karargah içerisinde ilerlemeyi sürdürdükçe, yine de ilk selam veren konumunu hızla kazanıyorsun.

Yüzbaşı Maria’nın kullandığını odayı bilmesen bile, yanından geçip giden bir denizciye bunu sorarak kolayca nerede olduğunu öğrenmenin ardından, bu odaya doğru yöneliyorsun. Bir kat merdiven çıkıp sol tarafa doğru attığın birkaç adımın sonunda, Yüzbaşı Maria’nın odasını buluyorsun. Önce üzerine hafifçe bir çekidüzen vermenin ardından kapıyı tıklıyor ve Teğmen Maria’nın içeriden gelen girebileceğin yönündeki sesiyle odaya giriyorsun.

Tam da düşündüğün gibi önündeki kağıtlara kafasını gömmüş olan Yüzbaşı Maria, sadece ve küçük odası içerisinde kapının açıldığını son anda fark etmiş gibi kafasını kaldırdığında, gözleri bir anda seninkilerle kesişiyor. Aklındaki dalgınlıkla bir süre gözlerine bakan Yüzbaşı Maria, hızla oturduğu yerden kalkıp altındaki sandalyesinin baş kısmının duvara vurmasına neden olurken “Teğmen Cyrus!” diyor heyecanlı bir şekilde. Tam bu esnada, hemen masasının üstünün kenarına koymuş olduğu kılıcını hızla alıp dik bir şekilde masaya yaslayan Maria, sanki onun astı değil de üstüymüşsün gibi gözleri büyürken, diğer eliyle hemen masasının önündeki tek kişilik iki koltuğu işaret ederek “Hemen ayrılırsınız diye düşünüyordum, bu ne güzel sürpriz!” diyor heyecanını açıkça ortaya koymaktan çekinmeyen bir dille.

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Sun Feb 16, 2025 10:25 pm
by Cyrus Blazeheart
İki yılın tozunu silkelediğimde, üssün avlusu artık farklı bir ritimle çarpıyordu. Selam duran denizcilerin bakışlarındaki o saygılı mesafe, hâlâ tenime yabancıydı. Dünün emir eri, bugünün otoritesi... Rütbem, adımlarımın önüne düşen bir gölge gibiydi; insanları susturan, mesafeyi dikte eden. Kanaga'nın boşluğu ise bu ağırlığı katmerliyordu sanki.

Koridorlar daraldıkça selamlaşmalar da sıklaştı. Ansızın karşıma çıkan bir binbaşı, bedenimi otomatikman dikleştirdi. Rütbelerin dansıydı bu; kimin ne zaman eğileceği, ne zaman sesini yükselteceği, yılların geleneğine işlenmişti. İçerilere ilerledikçe, selamlaşmaların ritmi de hızlandı. Kimi zaman önce ben veriyordum, kimi zaman karşımdaki... Sanki bir nehrin akışına kapılmıştım; direnmek yerine, ayak uydurmak daha kolaydı. Çünkü o an anladım: Selam vermek ya da almak değildi mesele. Denizler kadar eski bir oyunda, dengeni kaybetmeden ilerleyebilmekti asıl marifet. Ve ben, artık bu oyunun hem piyonu, hem de oyuncusuyum...

Sorarak bulduğum Yüzbaşı Maria'nin odasına vardığımda, derin bir nefes aldım. Kapı tokmağına dokunduğum an, parmak uçlarımda hafif bir ürperti hissettim. Tıpkı deniz fenerinin ışığına çarpan dalgalar gibi, içimde bir şeyler kıpırdıyordu. Merdivenlerden çıkarken nefesim kesilmiş, sol tarafa attığım her adım, kalbimin ritmini gizlemeye çalışan bir askerin sessizliğini taşıyordu. Koridorun loş ışığı altında üniformamın düğmelerini düzeltişim, belki de sadece ellerimin boş durmak istemeyişiydi.

Odaya girdiğimde, ilk dikkatimi çeken şey kâğıt yığınlarının arasında kaybolmuş bir zekânın sessiz çığlığı oldu. Yüzbaşı Maria’nın ensesi, lambanın soluk ışığında neredeyse şeffaf görünüyordu. Kâğıtlara gömülmüştü. Tıpkı hayal ettiğim gibi. Başını kaldırdığı an, gözlerindeki şaşkınlık, yerini hızla toparlanmaya bıraktı. Sandalyesinin duvara çarpmasıyla irkildim; bu küçük odada her ses, bir top mermisinin gürültüsü kadar yankılanıyordu. Belki de ziyaretim beklenmedikti.

Adım daha kapının eşiğinde titrerken, sesindeki coşkunun sert dalgası odanın içine yayıldı. Yüzbaşı Maria, masasına yaslanmış kılıcına hızla uzanarak onu dik bir şekilde masaya yasladı. O an, rütbeler arasındaki sınırın bulanıklaştığını hissettim; sanki burada ben onun astı değil de, o benim emrimdeymiş gibi bir kudretle hareket ediyordu.

Gözleri, ani bir fırtınanın öncüsü gibi bir an genişledi, sonra içindeki heyecanı saklamaya gerek duymayan bir ifadeyle eliyle masasının önündeki iki koltuğu işaret etti.

Sözcükleri, bir savaş gemisinin sireni kadar net ve sarsıcıydı. İçinde bulunduğumuz dar odada yankılanırken, bu kelimelerin ağırlığı omuzlarıma çöktü. Bir anlığına, bu karşılamanın sıcak mı, yoksa ölçülü bir merakın cilası mı olduğuna karar veremedim.

Koltuğa oturdum. Davetkâr el hareketi, içimdeki tereddütü gölgede bırakacak kadar doğaldı. Aynı zamanda tereddütümü bastıran o doğal tavrı, sözlerime de güç vermişti. Üniformamın sertliği hareketlerimi keskinleştirirken, sesimdeki minneti saklamaya çalışıyordum. "Vaktinizi almadıysam," diye başladım, "size teşekkür etmem gerektiğini düşündüm. İki yıl boyunca bize verdikleriniz... Hiçbir veda, bunun karşılığı olamaz. Bu gece gidiyoruz. Belki de..." Duraksadım, sonra devam ettim: "Öğretebileceğiniz son bir şey varsa, dinlemek isterim. Çünkü sizden öğrendiklerim, beni sadece iyi bir denizci yapmadı. Adaletimi de şekillendirdi." bir kez daha duraksadım, ne demek istediğimi doğru ifade edebilmek için bir kaç saniye düşündüm. "Her denizcinin mutlak bir otoritiye bağlı olduğunu bilsem de, bana göre tüm denizcilerin inandığı 'adalet' aynı değil. Kimisinin ki daha sert, kimisinin ki daha yumuşak ve kimisinin ki daha belirsiz... Bu iki yılda kendi adaletimi oluşturmam da en büyük rol modellerden biriydiniz."

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Mon Feb 17, 2025 2:39 pm
by GM - One Piece
Yüzbaşı Maria senin koltuğa oturmanı bekleyip, senin oturmanın ardından kendi koltuğuna otururken, nezaketinin boyutlarını da sana göstermiş oluyor. Bu nezaketi eşliğinde konuşmaya başladığında, Maria dikkatli bir şekilde seni dinlemeye başlıyor. Sözlerinin Maria’nın ruhunu okşadığını gözlerindeki minnettarlıktan anlayabiliyorsun ve Maria’nın giderek kızaran suratı, onun utangaç halini de görmene olanak sağlıyor. Sözlerin sonlandığında ise Maria hafifçe bir iç çektikten sonra “İltifat ediyorsunuz Teğmen, lakin kendimi o kadar iyi bir eğitmen olarak görmüyorum.” diyor. Bu sözleriyle birlikte yüzüne yansıyan tebessüm, Maria’nın bu kez içtenliğini görmene olanak sağlarken, Maria oturduğu koltuğundan kalkarak usul adımlarla hemen karşındaki sandalyeye yöneliyor ve yavaşça sandalyesine oturuyor.

Maria sağ bacağının sol bacağının üstüne alıp sırtını arkaya rastlarken, karşında bir dostun varmış gibi kendini rahat ve güvende hissediyorsun. Maria aldığı birkaç nefesle birlikte kafasındaki düşünceleri oluşturmuş gibi görünüyor ve hemen ardından “Bu rütbenin senin için bir başlangıç olduğunun farkındayım Teğmen… Hatta bana sorarsan, çoktan bu rütbeye erişmiş olmalıydın. Ama biliyorsun, prosedürler ve bürokrasi bazen işlerin zaman almasına neden oluyor.” diyor. Bahsettiği bu husus kendi inisiyatifinde olmasa bile, bu süreçten duyduğu mahcubiyeti sana yansıtan Maria tebessümünü tekrar yüzüne yerleştirmesinin ardından “Adalet, sadece sözlük anlamı olan bir kavram değil Teğmen, bunun zaten farkındasın. Bir denizciyi adil kılan, adaletin sözlük anlamını bilmesi değildir. Çünkü adalet, her zaman yasalara uymak değildir… Çünkü yasalar, her zaman adil olmayabilir.” diyor. Maria, sanki kendi sözleri değil de bir başkasının sözlerini sana aktarırmış gibi görünürken, aldığı kısa bir nefesten sonra “Böyle demişti Albay Mya… Bir kişinin korsan veya denizci olması, ona adil veya suçlu demek için yeterli değildir. Kimi zaman bir korsan en adil denizciden bile adil olabilir… Çünkü insan vicdanı, adaletin en belirgin ışığıdır.” diyor. Bu sözleriyle birlikte yüzündeki tebessümü bir kat daha arttıran Maria “Kıdemli Albay Kyuzan belki böylesine bir adalet anlayışı taşımıyor olabilir. Ancak bu seni, kendi adaletinden ayırmasın Teğmen… Ve bir gün adaletinle otorite karşı karşıya kalırsa, herhangi bir şey yapmadan önce güveneceğin birinden akıl almayı unutma.” diyor. Bu sözlerinin ardından hafif bir kahkaha patlatan Maria “Ve sakın kimseye böyle ciddi ciddi konuştuğumu söyleme!” diyor.

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Mon Feb 17, 2025 11:28 pm
by Cyrus Blazeheart
Maria, koltuğun kenarına usulca yerleşirken, rüzgarla dans eden martıların zarif gölgelerini andıran bir inceliği gözler önüne seriyordu. Hareketlerinin her zerresi, kılıçla kesilmiş ipek gibi narin; ama bu narinlik, derin bir sessizliğin melodisini fısıldarcasına etkileyiciydi. Oturmamı beklerken sergilediği sabır, dalgaların kıyıya vuruşu ve geri çekilişi kadar ritmik ve vazgeçmezdi. Ben yerleştiğim anda ise, kendisi adeta kumsala bırakılmış bir deniz kabuğunun inceliğiyle koltuğuna süzüldü; nezaketi, odanın havasını bahar esintisiyle nazikçe dolduruyordu.

Sözlerim dudaklarımdan dökülmeye başlarken, Maria’nın gözlerinde gezinen o ışıltıyı fark ettim; kelimelerim, bir ressamın narin fırça darbeleriyle dokuduğu tuvale dönüşüyor, ruhunun derinliklerinde unutulmuş renkleri yeniden canlandırıyordu. Yüzündeki pembelik, şafak vakti bulutların utancını andırıp, önce yavaşça yayılıyor, sonra usulca solgunlaşıyordu. İç çekişi ise tamamlanmış bir şiirin son dizesi gibi hüzünlü ve dokunaklıydı.

İlk cümlelerini dile getirirken, sesinin yaprak hışırtıları arasında süzülen berrak bir dereyi andıran şeffaflığını istemsizce hissettim. Tebessümü, güneş ışığının suya çarpıp parıldaması gibi, hem parlak hem de kırılgandı; içtenliği ise elimde titreyen ince kum taneleri gibi, bir anlık dikkatsizlikle kayıp gidecekmiş izlenimini uyandırıyordu.

Sandalyeye geçişini izlerken, kelebek kanatlarının nazik çırpışı kadar hafif adımları, içimdeki gerilimi anında silip süpürdü. Bacak bacak üstüne atışı, dalgaların kıyıya vurup geri çekilmesi kadar güçlü ama geçici bir izlenim bırakırken, sırtını koltuğa yaslayışı, aramızdaki görünmez duvarları nazikçe eritiyordu. Artık aramızda hiyerarşi değil, derin bir dostluk hüküm sürüyordu sanki.

Rütbemden bahsederken sesinde, kırılgan ama gurur dolu bir melodi yankılanıyordu. "Bürokrasi" kelimesiyle başlayan omuz silkintisi, içimi hafifçe burktu; sanki kelimelerinin arasına sıkışan mahcubiyet, bir çocuğun kaçırdığı balonun vedası gibi yükselip kayboluyordu. O an, Maria’nın da bu sistemin soğuk dişlileri arasında sıkışıp kaldığını hissettim; belki de ikimiz, aynı engin denizde, farklı gemilerde savruluyorduk. Onun o anlık omuz silkişi, rüzgarın savurduğu yapraklar gibi, kontrol dışı ama kabullenmişliği anımsatıyordu.

Adaletten söz açtığında, kelimeleri kılıcın kınından çıkarak ışığa kavuşan parıltısı gibi keskinleşti. "Yasalar adil değil" derken, gözlerindeki ateş, karanlığı delercesine parlayan bir meşale misali coşuyordu. Albay Mya’nın sözlerini aktarışı, fırtınalı denizde mırıldanan bir denizcinin dualarını andırıyor; acıyla yoğrulmuş, inatla umudu yeşerten bir inancı barındırıyordu. İşte o an, Maria’nın yalnızca bir komutan değil, yılların yorgunluğunu sırtında taşıyan bir savaşçı, dertlerini derinlere gömmüş bir denizci olduğunu idrak ettim.

Kyuzan’dan söz ederken ses tonu, puslu bir sahilin sisini andıran belirsizlikle doluydu. Uyarısı, suya gömülen bir dümenin ağır yükü kadar derindi; ciddiyeti, buz tutmuş bir göl üzerinde attığın adımların getirdiği o tehlikeyi anımsatıyordu. Ancak sonra gelen o beklenmedik kahkaha, bir şimşek çakması misali anında her şeyi dağıttı; ani, parlak ve kısa ömürlüydü. "Kimseye söyleme" derken ki göz kırpışı, aramızda fısıldanan bir sır gibi, derin bir dostluk vaadini sunuyordu. O an, belki de ilk kez, bu denizcilik denen gemide yalnız olmadığımı, birinin yanımda dimdik durduğunu hissettim. Maria’nın, yalnızca bir komutan değil, dalgalar arasında yolunu arayan, pusulası kaybolsa da içindeki yönü bilen bir denizci olduğunu derinden idrak ettim. Ve belki de, bir gün bu fırtınalı denizde, onun gibi sarsılmaz bir pusulaya ihtiyaç duyacağımı hissettim…

O anda, zamanın ötesinde asılı kalan bir nefesin tam ortasında, Maria’nın karşısına otururken, avucumda zarifçe dönen küçük bir alev topu beliriverdi. Ateş, kontrollü bir dansla titriyordu; ne tehditkâr ne de savruk, sadece varlığımın doğal uzantısıydı. Gözlerimdeki lav rengi ışıltı, sıcak ama kararlı bir bakışla Yüzbaşı’ya odaklandı:

"Yüzbaşı Maria... Prosedürlerin bizi sıkboğaz ettiği bu dünyada, sizin gibi bir pusula bulmak, karanlıkta kaybolmuş bir geminin fener görmesi gibi."

Alevimi, henüz avucumdan söndürmeden önce, masanın üzerine hafifçe dokundum; tahtada yanmayan, yalnızca ısıtan bir iz bıraktım. Sanki kelimelerimin ötesinde bir gerçeği fısıldarcasına devam ettim:

"Adalet dediğiniz şey... Yasaların mürekkebi bazen kurur, ama vicdanın ateşi sönmez. Albay Mya haklı. Bir üniforma insanı 'iyi' yapmaz, tıpkı bir dövmenin 'kötü' yapmadığı gibi. Benim alevlerim de bana bunu öğretti: Bir hastane gemisini korurken yaktığım ateşten duvar, yüz kılıçtan daha çok can kurtardı."

Sözcükler havada süzülürken, kısa bir nefeslendim, sesim daha derin, yankılı bir melodiye dönüştü:

"Albay Kyuzan’ın adaleti buz gibi keskin... Benimkiyse nehir taşıyan bir volkan. Ama endişelenmeyin, ateşin efendisi olmaya kararlıyım. Babamın son sözlerini unutmadım: ‘Ateşe saygı duy, ama onu çağırma.'"

İçimdeki o altı yaşındaki çocuğun çığlığı, disiplinli bir nefesle susturulmuş gibiydi:

"Bu üniforma... Bir gün onu yakarsam, sebebi prosedürler değil, koruyamadığım bir çocuğun hayali olur. Ama o gün gelene dek—" Bir an sessizliğin içinde asılı kalan kelimelerin ardından, sesimde ani bir hafiflik belirdi; şakacı bir gülümseme ekleyerek:

"—çayınızı sıcak tutmak için buradayım. Ateşle ısıtılmış, tabii."


Oturduğum yerden doğrulup ayağa kalkarken, pelerinimi omzuma zarifçe atıp kapıya doğru yönelmeden önce, elimi kalbime koydum. Gözlerimdeki volkanik keskinlik, bu sefer soğuk sistemlerin ötesinde sıcak bir dostluğun yumuşaklığını taşır gibiydi:

"Ve Yüzbaşım... Sizin gibi bir dostun akıl vermesi, yüz gemilik bir filodan daha değerli. Bir gün ihtiyacınız olursa, kapımda çay ve ekmeğim hep sıcak olacak. Annemin dediği gibi: ‘Ateş, sadece yakar diyenler, onun ekmeği nasıl pişirdiğini görmemiş.’"


Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Fri Feb 21, 2025 5:22 pm
by GM - One Piece
Yüzbaşı Maria, ağzından çıkan sözlere duyduğu saygıyı belli edercesine, derin bakışlar ve sabit bir ifadeyle söylediklerini dinliyor. Yer yer kafasını sallayarak sözlerindeki hissi paylaştığını belli eden Maria, senin ayaklanmanla birlikte kendisi de yavaşça ayağa kalkıyor. Son sözlerine karşılık yüzüne kondurduğu tebessümle içten bir görüntü yaratan Maria “Hepimizin bir gün bir diğerimize ihtiyacı olacak Cyrus.” diyor. Bu sözlerinden sonra seni uğurlamak için kapıya doğru adımlamaya başladığında ise “Ancak ne olursa olsun, hiçbir insan ailesinin yerini tutmaz Teğmen… Ne dost ne de düşman olarak…” diyor. Bu sözleriyle vurguladığı hususu açıkça belli etse bile, en azından kardeşin konusuna şimdi girmek ve bu aşamada detayını tam bilmediği bir konuya müdahale etmek istemediğini belli eden Maria, kapıyı açarak seni yolcu etmeye hazırlanıyor.

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Sun Feb 23, 2025 11:28 pm
by Cyrus Blazeheart
Maria'nın sözlerinin avucumda bıraktığı sıcaklığı hissederek dinliyordum. Yüzbaşı'nın tebessümü, bir kılıcın kınına kayarken çıkan hışırtı kadar incelikliydi; neşter keskinliğini yumuşatan bir ipek kılıf misaliydi. "Hepimizin bir gün bir diğerimize ihtiyacı olacak," derken dudaklarında titreşen o insani kırılganlık, göğsümdeki ateşi anlık bir meltemle dindirdi. Ama sonraki cümleler... Aile.

Yüzbaşı'nın aile ile ilgili sözleri, adeta içimde volkanik bir gaz bulutunun patlamasını tetikledi. Aile mi? Gözlerimin derinliklerinde, babamın son sözlerini sarf ederken ki çatlamış sesi yankılandı: "Ateşe saygı duy, ama onu çağırma." Peki ya kardeş? O dipsiz kuyu... Maria’nın kapı eşiğinde duruşunu izlerken, dişlerimin arasına sıkıştırdığım cevap, bir kömür parçası gibi dilimi yaktı: Aile dediğin, bazen seni yakan ateşin ta kendisidir, Yüzbaşı.

Ama söylemedim. Söyleyemedim. Maria'nın gözlerindeki o buz mavisi disiplin, içimdeki fırtınayı dondurdu. Belki de haklıydı. Prosedürlerin gölgesinde, kan bağlarının zehrini tartışacak ne zamanımız ne de lüksümüz vardı. Pelerinimin yakasını düzelttim. Masada bıraktığım ılık iz, hâlâ usulca tütüyordu; sanki tahta, benim sessiz itirafımı kemiriyordu: Yaktığım her şey, koruyamadığım bir çocuğun hayali.

Kapıdan çıkarken, Maria'nın son bakışı omzuma bir kurşun gibi saplandı. Koridorun loş ışıkları altında, cebimdeki elimi bir yumruk gibi sıktım. "Yüzbaşı..." dedim buruk bir tonda. "Küçük kardeşimi neden geride bıraktım biliyor musunuz?" diye devam ettim, girilmemesi gereken topraklara adım atmış bir gezginin gerginliğiyle. "Onu koruyamayacağımı anladım. Küçükken çocuklara karşı onu korumak kolaydı; ama her ikimizin kaderinin çizildiği o yolun gidişatını anladığım da, onu şu anki halimle korumayacağımı anladım. Bir gün onunla tekrardan bir araya geleceğim ve o zaman sadece onu değil, korumak istediğim herkesi koruyabilecek kadar güçlü olacağım. O yüzden şimdilik, onu üzerime çektiğim tüm belalardan uzak tutmak en iyisi."

Gülümsedim ve resmi bir şekilde askeri selamımı verdikten sonra ilerlemeye koyulmak için sırtımı Maria'ya dönmeye yeltendim. Bileğimdeki eski yanık izi sızladı. Magnus’u son gördüğüm günü hatırladım – limanda, bir kargo gemisinin gölgesinde kaybolan o küçük siluet. Yakarsam... diye düşündüm, ama cümleyi bitiremedim. İçimde bir volkanın huzursuz uğultusu... Ve belki de, çok uzaklarda, Magnus’un bir yerlerde tutuşturduğu minik bir alev... Hazırlıklarımı tamamlamıştım. Vaktinin gelmesini bekleyecek ve sonra gidecektim.

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Tue Mar 04, 2025 4:32 pm
by GM - One Piece
Yüzbaşı Maria’ya söylediğin son sözlerin ardından odasından ayrılıyorsun. İçini bir nebze de olsa dökmenin verdiği rahatlık, kardeşinin halen bir yerlerde olmasının getirdiği efkarla birleşirken, yolculuk için ufak tefek hazırlıklarını da tamamlıyorsun. Tüm bu hazırlıklar, daha önce birlikte eğitim gördüğün kişilerle vedalaşmaktan ibaret olsa bile, ziyadesiyle zamanını alıyor. Ancak her konuştuğun kişi, senin müstakbel geleceğinin parlaklığı ile büyülenmiş gibi görünürken, alevlerin çoktan onları kanatları altına da almış gibi duruyor. Vakit hızla geçip giderken, senin için ayrılış vakti de gelip çatıyor.

Merkez Üssü’nün kuzey limanına sürüklenen ayakların, ilk olarak limana demirlemiş gemilerle duruyor. Denizcilerin sahip olduğu askeri gücün bir timsali gibi, onlarca büyük gemi limanda güven ve huzurun sembolü gibi beliriyor. İçlerinden yaklaşık 70 metreyi bulan devasa savaş gemisinin Amiral Valeria’ya ait olduğunu anlaman çok da zor olmuyor. Boyasından yelkenlerinin kalitesine kadar varlığını belli eden bu savaş gemisinin sağına ve soluna demirlemiş 60 metrelik diğer savaş gemilerinin ise Koramiral Regnier ve Tümamiral Korari’ye ait olduklarını da rahatlıkla kavrayabiliyorsun. Nitekim, bu gemilerden daha küçük boyutlarda olan daha onlarca gemi limana ve liman açıklarına demirlemiş bir halde dururken, Kıdemli Albay Kanaga’nın gemisinin hangisi olabileceğini aramaya başlıyor gözlerin. Birbirinin benzeri onlarca gemiden hangisinin seni yeni ufuklara sürükleyeceğini merak ederken, bir yandan da gemileri kalkış için hazırlayan denizcilerin şamatasının ortasında buluyorsun kendini. Ne var ki, denizcilerin seni fark etmeleriyle birlikte işlerini daha ciddiye alır bir şekilde çalışmaya başlamaları da gözünden kaçmıyor. Tam bu esnada ise, sırtından soğuk bir demir gibi saplanan Kıdemli Albay Kanaga’nın sesiyle, adımların olduğun yerde kesiliveriyor. Kıdemli Albay Kanaga “Gemimizi mi arıyorsun?” diyerek varlığını belli etmesiyle birlikte, adımlarını devam ettirip önüne geçerken, eliyle sol tarafınıza denk düşen yaklaşık 40 metrelik bir gemiyi işaret ediyor. Gemi içinde onlarca denizci var gücüyle gemiyi seyre hazır hale getirmek için çırpınırken Kanaga “Bizim gemimiz bu.” diyor. Ancak Kanaga sana doğru dönüp o keskin bakışlarıyla saldırmaya devam ederken “Ancak bizim bineceğimiz gemi bu değil.” diyor.

Kıdemli Albay Kanaga’nın bu sözleri üzerine neler olup bittiğini anlamaya çalıştığın sırada, Kanaga bir kez daha sana benzer bir cümle kurarak “Beni takip et!” diyor buz gibi bir sesle. Bu kez adımlarının seni nereye götüreceği ve sonunda da ne görüp duyacağını düşünmeye başladığın esnada, Kanaga limanın uç kısımlarına doğru ilerliyor ve büyük savaş gemilerinizin hafif ardınızda kalmasının ardından, limanın adeta unutulmuş köşesinde tek başına salınan, kapkara renkte, pek de denizcilere ait durmayan ve 10 metreyi bulmayan büyüklükte tek yelkenli bir gemiye bakıyor. Kanaga bakışlarını gemiden ayırıp sana çevirdiğinde ise “Bizim bineceğimiz gemi bu. Nasıl kullanılacağını biliyor musun?” diye soruyor. Hemen ardından ise, çoktan bir cevap vermişsin gibi adımlarını hızlandırmaya başlarken “Mascarino Krallığına gidiyoruz!” diyor.
Off Topic
İşsel yoğunluklardan dolayı konuya ancak yazabildim, kusura bakmayın.

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Wed Mar 05, 2025 12:24 am
by Cyrus Blazeheart
Maria’nın odasından çıkarken kapının arkasında bıraktığım her kelime, dilimin ucunda birer kurşun gibi eriyordu. İtiraflarımın ağırlığı omuzlarımda, kardeşimin kayıp gölgesi ise kemirgen bir sessizlikle ciğerlerimde dolanıyordu. Vedalaşmalar, kısa ve resmiydi belki, ama her el sıkışma anında parmaklarıma dolanan o soğuk ter, geleceğin belirsizliğini hatırlatıyordu. İnsanlar bana bakarken gözlerinde parıldayan o saf umut… Sanki ben, onların kurtarıcısıydım. Oysa ben, alevlerin dans ettiği uçurumun kenarında, kendi gölgemle boğuşan bir adamdım sadece.

Zamanın akışıyla ayrılış vakti geldiğinde, ayaklarım Merkez Üssü’nün kuzey limanına sürüklendi. Liman, denizin hırçın nefesiyle inliyordu. İlk bakışta, demirlemiş devasa gemiler, denizcilerin sahip olduğu askeri gücün, güvenin ve huzurun simgeleri gibi duruyordu. Yaklaşan 70 metrelik muazzam savaş gemisinin, Amiral Valeria’ya ait olduğu hemen göze çarparken, sağına ve soluna dizilmiş 60 metrelik diğer savaş gemileri de, Koramiral Regnier ve Tümamiral Korari’nin varlığını hissettiriyordu. Daha küçük boyutlu gemilerin arasından, Kıdemli Albay Kanaga’nın gemisini ararken, hangi geminin beni yeni ufuklara süreceğini merak ediyordum. Denizcilerin çığlıkları, demir zincirlerin gıcırtısı, rüzgârın tuzlu dokunuşu… Tüm bu karmaşanın ortasında, bir bıçağın sırtıma dayanışını hissettim. Kanaga’nın sesi, kemiklerimi titreten bir kış rüzgârı gibiydi. Döndüğümde, gözlerindeki donukluk, bir kurdun avını izlerken ki sabrı taşıyordu. Parmaklarıyla işaret ettiği 40 metrelik denizci gemisi, her an savaşa hazır bir yırtıcı gibiydi. Ama Kanaga’nın yüzündeki ifade, bu geminin bir tuzak olduğunu fısıldıyor gibiydi. Adımlarını hızlandırdı, pelerini rüzgârda bir sancak gibi dalgalandı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken ve peşinden giderken, limanın gürültüsü yerini terk edilmiş bir sessizliğe bıraktı.

Sonra, işte o an… Unutulmuş bir köşede, karanlıkla bütünleşmiş bir yelkenli. Kara Leylek. Rengi, geceye ihanet eden bir koyulukta, yelkenleri ise duman rengi bir matem örtüsüyle örtülüydü. 10 metrelik bedeni, çürümüş ahşabın hışırtısıyla sallanıyor, sanki denizin dibinden yükselmiş bir hayaleti andırıyordu.

Bana döndüğünde, gözlerindeki keskinlik bir sorgucunun bakışı gibiydi. Dudakları kıpırdadı, ama sözleri havada asılı kalmadı. Onun yerine, işaret parmağını gemiye doğru kaldırışındaki o küstah güven, her şeyi anlatıyordu: "İşte bizimki." Cevap beklemedi. Zaten verebileceğim bir cevap yoktu.

Kanaga, yelkenlinin başında bir heykel gibi duruyordu. Elleri, bir celladın bıçağını kavrar gibi sıkıydı. Sessizliği yırtan tek şey, rüzgârın yelkenleri doldururken çıkardığı uğultuydu.

Mascarino’nun adı, ağzında zehirli bir bal gibi eriyor olmalıydı. Bizi böyle küçük bir yelkenliyle oraya götüren şeyin görev mi, yoksa başka bir şey mi bilemedim. Ama limana demirlenmiş kara leylek dalgalarla boğuşurken ciğerlerime dolan tuzlu serinlik, bir uyanışı haber veriyordu. Ve ben—Kanaga’nın gölgesi altında, Kara Leylek’in hemen karşısında—ilk kez gerçek bir savaşın kokusunu aldığımı hissettim.

Çünkü bazen savaş, işte böyle başlar: Gösterişsiz. Sessiz. Ve sen, o sessizliğin tam kalbinde, kaderinin seni nereye sürükleyeceğini bilemezken, adımlarını atarsın. Çünkü geri dönüş yoktur. Çünkü dönmek, kaybetmekten daha ağır gelir.

Kanaga, emirler yağdırmadan önce ayak işlerini hızlıca tamamlamak için adımlarımı hızlandıracaktım. Yelkenliyi limana bağlayan halatı sökecektim önce. Kara leylek özgür kaldıktan sonra ise yelkenliyi limandan çıkarana kadar çekilecek o kürekleri çekmek için yerimi alacaktım. Daha sonra ise rüzgarı arkamıza aldığımızda Kanaga'nın emriyle büyük ihtimalle yelkenleri serbest bırakacaktım... En azından bunları biliyordum. Ama bu küçük yelkenliyi okyanuslarda nasıl süreceğime dair en ufak bilgim dahi yoktu. Sanırım Albay biliyordur...

Umarım yani.


Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Fri Mar 07, 2025 5:26 pm
by GM - One Piece
Kanaga’nın ardından gidip yeni geminizi incelemeye başladığında, bu geminin birçok kez tadilat gördüğünü ve aldığı darbelere rağmen hala yaşamaya çalıştığını anlayabiliyorsun. Bu durum, engin okyanus dalgalarını düşündüğün zaman içini bir miktar titretse bile Kanaga’nın tereddütsüz bakışlarına karşı gelmiyor ve doğrudan halatları çözerek işe başlıyorsun. Senin hareketlendiğini gören Kanaga, tek bir söz söylemeden gemiye doğru ilerliyor ve attığı adımlarla geminin hemen önündeki yerini alırken senin işlerini bitirmeni bekliyor. Kamarası olmayan ve zemine dizilmiş tahta parçalarından ibaret oturakları olan geminin iki yanında kürekler olduğunu ve ortada kocaman bir kapağın bulunduğunu görüyorsun. Kapağın boyutunun gemiye nazaran oldukça büyük olması, geminin altında oldukça fazla yük taşınabildiğini de anlatmaya yetiyor. Yine de geminin yapısını bir kez daha düşündüğünde, bu gemiyle okyanusa açılmanın pek de mantıklı olmadığını anlayabiliyorsun.

Halatları çözmenin ardından kendini gemiye attığında, geminin hafif nemli zemini içini ürperten bir diğer detay oluyor. Halihazırda pek de güven vermeyen geminin zeminindeki bu bozukluk, gemiye olan inancının giderek körelmesine neden oluyor. İçinde hala varlığını sürdüren küçük umutlarla yelkeni gevşetip rüzgara göre ayarlamaya çalıştığın esnada, Kanaga olduğu yerden engin okyanuslara dalmış gibi sabitlediği bakışlarıyla birlikte “Kral Verenzio Di Nello, bizzat Amiral Valeria’dan ricacı olduğu için Mascarino Krallığına gidiyoruz. Biliyorsundur, kendilerinin hiçbir askeri gücü yok ve bizim tarafımızdan korunuyorlar. Fakat Kral Verenzio Di Nello, yaşadığı hazımsızlık problemi için Amiral Valeria’dan bir ilaç getirmesini talep etmiş. Ancak bunun duyulmasını istemediği için, Krallığa gizlice gireceğiz ve kendisine ilacını vereceğiz. Anlaşılmayan bir husus var mı?” diyor. Kanaga’nın size verilen görevi açıklarken takındığı ciddiyet, ancak büyük bir korsan ittifakını çökertmeye gideceğinizi anlattığı durumda takınabileceği bir ciddiyet seviyesinde olurken, içten içe bunun bir sarkastik tavır olup olmadığını sorguluyorsun. Görevinizin tamamen Kral Verenzio Di Nello’nun kişisel bir nedenine dayanıyor olması bir yana, ilaç vermek gibi basit bir husus olması ve hatta bunun için bir Amiral’den istekte bulunulmuş olması, olayın ciddiyetini kaybettirdiği gibi absürt bir durumda olduğunu gözler önüne seriyor. Buna karşın Kanaga’nın ciddiyeti, olayı bir başka boyuta taşırken, geminiz aldığı rüzgarla birlikte pek de hızlı sayılmayacak bir hızda ilerlemeye başlıyor. Liman giderek ardınızda kalmaya başladığında, içten içe hala bu görevin gerçekliğini sorgulamadan edemiyorsun.

Re: Volkani Yargıç Doğuyor! (Cyrus Blazehart)

Posted: Tue Mar 11, 2025 12:06 am
by Cyrus Blazeheart
Geminin dökük gövdesine dokunduğum an, parmak uçlarımda çürüyen bir anının soğukluğu yankılandı. Ağaç lifleri suya doymuş, zamanın ve denizin dişleri arasında ufalanıyordu. Ne kadar yamalanmış olursa olsun, bu gemi aslında ölüydü. Yine de Kanaga’nın gözlerindeki o sarsılmaz kararlılığa meydan okumadım. Titreyen bir inanç kırıntısıyla halatları çözüp kendimi işe verdim. Dalgaların dizginsiz kudreti zihnimde bir an için gölgelendi; bu iskeletimsi tekneyle açık sulara açılmak, kaderi bir mızrak ucuna bırakmaktan farksızdı. Ama yine de geri adım atmadım.

Kanaga sessizce ilerledi, geminin önünde yerini alırken ben, tahta oturaklar ve sıralı küreklerin arasında dolaşan paslı havaya ayak uydurmaya çalışıyordum. Ortadaki kapağın beklenmedik büyüklüğü gözüme çarptığında içimde bir şüphe daha filizlendi. Bu yük kapasitesi, amacımıza uygun olamayacak kadar büyüktü. Yelkenleri rüzgâra göre ayarlarken içimde biriken huzursuzluk, Kanaga’nın birden yükselen sesiyle ağırlığını iyice hissettirdi.

Kelime kelime sindirmeye çalıştım. Kanaga’nın ciddi yüz ifadesi, söylediği şeylerin saçmalığıyla tam bir tezat oluşturuyordu. Bir anlık duraksamayla gözlerimi ondan kaçırdım. Okyanusla bütünleşmiş bakışları, ciddiyetin de ötesinde, sanki bir mühür taşıyordu. O an düşündüm: ya bu gerçekti ve biz gerçekten bir kralın hazımsızlık ilacı için tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorduk ya da Kanaga, işin ardındaki başka bir gerçeği söylemiyordu. Belki ikisi birden.

Beni asıl rahatsız eden, görevin saçmalığı değil, içimde büyüyen bu sessiz şüpheydi. Eğer gerçek buysa, Amiral Valeria neden böyle bir meseleye bulaşıyordu? Kral, neden böyle önemsiz bir talep için gizlilik istiyordu? Ve biz, neden buradaydık?

Liman geride kalırken içimdeki dalgalar daha da yükseldi. Belki de en büyük sorum şuydu: gerçekten bir yolculuğa mı çıkıyordum, yoksa çoktan yutulmuş bir hikâyenin içinde mi kayboluyordum? Kanaga’nın gölgesi ufkun keskin çizgisine karışırken, ben de onun kadar emin olmayı diledim. Ama içimde, denizden daha derin bir şüphe vardı ve o şüphe, hiç dinmeyecek gibiydi.

"Görev gayet anlaşılır efendim." dedim sadece. Bu tezatlığa ve saçmalığa daha fazla vakit ayırmak istemiyordum çünkü. İşimi yapmaya devam edecek ve bu her an batmaya hazır geminin batmaması için elimden geleni yapacaktım.