Kısa bir süre önce…
North Blue’da köhne bir liman köyü…
“Bir bardak dahi kırılırsa, bundan seni sorumlu tutarım! Beni anladın mı aşağılık korsan!?”
Bar sahibinin çileden çıkmış tavrına rağmen, bu sözleri sadece daha çok kahkahanın dolmasına neden oluyordu Paslı Çapa barında. Elbette bunda, bar sahibinin 130 santim boylarında olup da sinirli sözlerini zıplaya zıplaya söylemesinin de büyük bir etkisi vardı. Her bir kelimesinden yerden sıçrayışı ve aynı esnada kollarını savuruşu, sözlerini ciddiyetten bir hayli uzak kılıyordu. Yine aynı şekilde, Paslı Çapa barına korsanlardan başkası gelmemesine rağmen, bar sahibinin korsanları aşağılayan tavrı tüm bu sinirinin gerçekçiliğini de sorgulatıyordu. Yine de, elindeki dağılmak üzere olan süpürge ve faraş ile kırılan bardakları ve şişeleri temizleyen bar sahibi Bacco Klem’in sözleri karmaşayı bir nebze olsun durdurmaya yetiyordu. Yükselen kahkahalara eşlik eden kadeh tokuşturma sesleri bir kez daha yükseliyordu barın içinde…
Paslı Çapa Barı… North Blue’nun sisli ve soğuk bölgesinde kalan bu bar, sanki tarihin başlangıcından beri var gibiydi. Yosun tutmuş ve yer yer çatlamış taş duvarları, antik bir yapının bakımsızlıktan çürümesini simgeliyordu. 60’lı yaşlarına gelmiş Bacco kendini bildi bileli bu barı işletiyordu ve birkaç yılda bir binanın bakımını kendi elleriyle yapıyordu. Buna rağmen barın dış cephesi, bir türlü yosundan arındırılamıyordu. Fakat ne Bacco ne de buraya gelenler için bir sorundu bu durum. Hatta, kırmızı arduvaz taşlarla kaplı çatısının fırtınadan çökmüş ve sökülmüş yerlerini bile pek umursayan olduğu söylenemezdi. Ne zaman akıtmaya başlasa, Bacco hazırda bir kova bulundurur ve nereden temin ettiği belli olmayan eski püskü tahtalarla çatının damlattığı noktaları içten kapatmaya çalışırdı. Yaz-kış fark etmeksizin is tüten bacası, kış aylarında yoğunlaşır, yaz aylarında ise daha seyrek bir hal alırdı. Fakat yemek ve ısınma için kullanılan fırın ve sobanın tek bir bacaya bağlanması, sürekli bir is dumanının var olmasını sağlardı. Aslında bu da Paslı Çapa’nın sembollerinden biri gibiydi… Tıpkı giriş kapsının hemen üzerinde duran çapa işareti gibi. En ufak rüzgarda bile gıcırdayarak sallanan tabelada, bizzat Bacco tarafından yapılmıştı. Bu nedenle üstün bir el işçiliğinden ve çizimden bahsedilemese bile, Bacco her zaman tabelasıyla gurur duyar ve çapanın bar için en iyi sembol olduğuna inanırdı. Zira, Bacco barı ilk açtığında barın ismi sadece Çapa olmasına rağmen, aradan geçen yıllarla barın ismi doğal olarak Paslı Çapa’ya evrilmişti. Bacco için, içinde çapa geçmesi ise yeterliydi… Ne de olsa, liman kenarında bulunan barına vuran dalga sesleri dahi bu barda duraksıyordu.
Paslı Çapa’nın içi de dışından pek farklı durumda değildi. Birkaç avizeden ibaret aydınlatma içeriyi loş bir havada tutabiliyordu ancak. Gündüzleri yeteri kadar güneş ışıklarını alsa bile, Güneş’in batışıyla birlikte Paslı Çapa’ya da karanlık çöküyordu. Avizelerin yağ ve toza bulanmışlığı da bu loşluğu artırsa bile Bacco için bu tür ufak detaylara zaman ayırmak pek de gerekli değildi. Zira sürekli içeriden onarım yapması nedeniyle tavanın birçok noktasında sonradan çakılmış tahta parçaları ve sürekli gıcırdayan ahşap zemin, Bacco için daha büyük bir belaydı. Aslında bir keresinde tüm bunların düzeltilmesi için bir usta getirmişse de, ustanın fazla para istediğini düşünerek onu bardan kovalamıştı Bacco. Bu da zaten son kez böylesine bir girişimde bulunuşuydu.
Buna rağmen Paslı Çapa’nın kalın meşe kütüklerinden yapılmış masaları bara samimi bir hava katıyordu. Masaların üzerlerindeki bıçak izleri ve kazınmış korsan işaretleri, aslında barın kimlere ait olduğunu da gösteriyordu. İçlerinde Beyazsakal Korsanlarının işaretleri de vardı, adı sanı duyulmamış korsanların da… Kim tarafından ve ne zaman yapıldığı belli olmayan tüm bu izler, sanki tarihin bir yansımasıymış gibi korunuyordu. Tavan kirişlerinden sarkan halatlar ve yer yer kopmuş balık ağları, barın iç kısmındaki tek dekorasyondu. Bunların üzerlerindeki yıpranmışlığa bakıldığında, Bacco’nun bunları gençken yerleştirdiği apaçık ortadaydı. Fakat Bacco bile bunları ne zaman yaptığını tam olarak hatırlamıyordu.
Barın içerisinde, tüm bu yapısına aykırı duracak şekilde yeni görünen tek şey, sanki yıllanması için en köşeye bırakılmış müzik aletleriydi. Kondisyonları oldukça iyi olan akordeon ve keman, sarhoş olan korsanlar tarafından çalınmayı bekliyor gibi duruyorlardı. Bacco bunların çalınmasından pek haz etmezdi, kafası artık “gıygıy” gürültüyü kaldıramıyordu. Bu yüzden onların çalınmasını istemese de, Bacco sanata saygı duyan biriydi.
Bir barın en olmazsa olmazı olan tezgah ise, Paslı Çapa’nın antikliğini sürdürür bir yapıda bulunuyordu. Duvardan duvara uzanan uzun bar tezgahı, arkasındaki sıra sıra dizilmiş tozlu şişeler ve rom fıçılarıyla uyum içinde görünüyordu. Arkasında Bacco’nun kullanması için bulunan platformun bir ayağının tökezliyor olması Bacco’nun bazen düşmesine neden olsa bile, Bacco bunu yaptırmakla uğraşma niyetinde de değildi. Ona göre her şey yerli yerinde kalmalıydı.
Havasında tütün, rom ve tuzun karışımı bir koku bulunduran Paslı Çapa, sık sık kavgaların çıktığı ve sonunda Bacco’nun zıplayarak bağırdığı anlarla son bulan bir sükunetin hakim olduğu bir yerdi. Denizin uğultusu, dalgaların heybeti ve rüzgarın ıslığı dolduğu vakitlerde, Paslı Çapa tüm korsanlar için uğranılması gereken bir sığınak gibiydi. Günün neredeyse her vakti dolu olmasına rağmen yıllardır sabit kalan kapasitesi ve değişmeyen temasıyla, Paslı Çapa her korsanın en az bir kez bulunması gereken bir bardı…
“Bacco-sama! Buraya da biraz rom alabilir miyiz artık?”
“Yarın yola çıkacağız, birkaç fıçı da bize ayır Bacco-sama!”
“Bacco-cwhaaan! Lüffen, et, yemek ve… DAĞA FAFLA ROM!”
“Bu velet kaç yaşında? Korsan tipi de yok!”
“Torunumla doğru konuş, yoksa ayağım altına alırım-ja!”
“Hooii… Sakin ol dede! Biraz alkol aldın diye ihtiyarın önde gideni olduğunu mu unuttun!? Kifififi…”
Paslı Çapa’nın kapısını araladığınızda, bar daha önce defalarca cüsseli insanları ağırlamışsa da, içerideki tüm müşterilerin bakışlarının dev cüsselere çevrildiğini fark edebiliyorsunuz. Ne var ki bu bakışların kısa bir sürede sanki bir büyüyü andırır gibi ortaya çıkan iki “minik” insana kilitlendiğini görebiliyorsunuz. Tıpkı içerideki müşteriler gibi, elindeki neredeyse kendinden uzun fırçası ve faraşını kendisine destek olmak için dik bir hale getiren ve size göre çok daha ufak olan birinin de bakışlarını size sabitlediğini görüyorsunuz. Adamın yüzünde memnuniyetsiz bir ifade olsa bile, gözlerinin ardındaki parıltı sizleri ağırlamak istediğini açıkça gösteriyor gibi duruyor. Nitekim adam hızlıca bakışlarını barın içinde çevirmeye başlıyor ve en sonunda tek bir sarhoşun oturduğu masaya ilişen bakışları önce kısıklaşıyor ve ardından adamın adımları bu bakışlara eşlik etmeye başlıyor. Tüm olan bitenden habersiz bir şekilde masadaki rom şişesini kafasına dikmek için hareketlenmiş adama yönelen küçük adam, bir anda elindeki fırçayı adamın suratının sol tarafına indirdiği anda “Kaldır kıçını buradan seni sefil korsan bozuntusu!” diye gürlüyor. Suratına inen fırçayla birlikte sağa düşen adam ne olup bittiğini bile anlamadığı sırada, küçük adam bu kez fırçayı masanın üzerindeki birkaç parça yiyeceği süpürürcesine kenara fırlatarak masayı temizleme işini hallediveriyor. Yaşanan bu olay, barın içinde koca bir kahkaha tufanını da birlikte getirirken, küçük adam boyuna rağmen takındığı gururlu tavırla içinizdeki mor sakallıya doğru ilerliyor ve birkaç adım kala kafasını gökyüzüne dikip elindeki süpürgeyle az önce temizlediği masayı işaret ederek “Ben barın sahibi Bacco. Masanız şurası Mor Sakal, sipariş için hemen geleceğim.” diyerek tezgaha doğru adımlamaya başlıyor.