Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 6:52 pm
Rol: Müzisyen
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Gün ışıkları Santa Claus’un güvertesine vuruyor. Güneş sakallarımın rengini iyice ortaya çıkarıyor, güzelliğimi pekiştirerek beni şımartıyor. Tepemizde yolculuğumuzu zorlaştırmakla bizi tehdit eden tek bir bulut yok. Fırtına ihtimali sıfır. Yorgun dalgaların üzerlerinden yumuşak geçişlerle atlayarak adını hatırlayamadığım hedefimize doğru yol alıyoruz. Güvertede korkulukların üzerine yaslanmış denizin durgunluğunu seyrediyorum. Yüzümde keyifli bir gülümseme, güneşin parlaklığından gözlerim hafif kısık. Birkaç yunus geminin doğrultusuna paralel yüzüyor. Bizimle birlikte geliyorlar. Arada bir de birbirlerinin üstlerinden atlayarak bana eğlenceli bir gösteri sunuyorlar. İçime çektiğim nefes, havadaki deniz kokusuyla birleşerek ciğerlerime ulaşıyor. Gözlerimi kapatıyorum…

Gözlerimi kapatmamla birlikte tüm huzurumu kaçıran o sesi duydum. “AmuğagoyamkiHA!” İrkildim ve düşünmeden tepki verdim: “İki dakika keyif yaptırtmadın Kösesakal.” Sesinden tanıdığım ama ancak kafamı arkaya döndürdüğümde gördüğüm Kösesakal, her zaman olduğu gibi yerleri paspaslıyordu. Söylene söylene bütün gemiyi parlatana kadar temizleyeceğini bildiğimden yerimden kımıldamadım. Huzurum zaten kaçmıştı. Artık keyif pezevenkliğini bırakıp işe koyulmak için ambara doğru yürümeye başladım.

Ambara doğru giderken Pembesakal’ın, gemimizin ulu önderi Morsakal tarafından yüce adalet mekanizması sakal çarmıhına gerildiğini gördüm. Pembesakal’ın neden cezaya çarptırıldığını öğrenmek istedim. Yanlarına yaklaştım. “Kaptan, Pembesakal’ın günahı nedir?” Cevabı merak eden gözlerle dinledim. Hiç ağzımı açmadım. Kafamı sallayarak onay verdim. Morsakal’ın bir bildiği vardır. Tüm kararı dinledikten sonra “Biraz işim var, ambara gidiyorum.” sözlerini sarf ettikten sonra yanlarından ayrıldım.

Ambardan güverteye çıkarılacak üzerinde sarı renkte çarpı işareti olan fıçıyı iki elimle kavrayıp sağ omzumun üstüne aldım. Kupaları da sol elimin parmakları kulplarından geçecek şekilde kavrayarak güverteye doğru devam ettim. Yavaş adımlarla dümendeki Sarısakal’ın yanına ulaşmaya çalıştım. Kaslı olduğum kadar güçlü olmadığımdan bu işi diğerleri gibi hızlı yapamıyordum. Kendi kendime söyledim: “Şunu halledeyim de Sarısakal’ım mutlu olsun.” Bu fıçıyı benden isteyeli yarım saat olmuştu. Bense kendimi yolculuğun büyüsüne kaptırıp isteğini unutmuştum. Sarısakal’ın yanına vardığımda nefes nefese kalmıştım. Fıçıyı bir eli dümendeyken ulaşabileceği kadar yakınına yerleştirdim. Kupaların ikisini doldurup birini Sarısakal’a verdim, diğerini ben aldım. Boştaki elimin tersiyle alnımdaki teri silip Sarısakal’ın öbür yanına geçtim. “Kusura bakma, biraz geciktirdim.” Neden geciktirdiğimi sorarsa kaptanın Pembesakal’ı çarmıha gerdiğinden bahsederek konuyu geçiştirmeyi planlıyordum. Dolu kupayı tek seferde yarıladım. Buğday oranı yoğun bir bira içiyorduk. Hoşuma gitmişti. Bıyıklarıma bulaşan köpükle Sarısakal’ın da yudumunu almasını bekledikten sonra kendisine bakarak kocaman sırıttım. “Güzel.

Biranın etkisiyle keyfim iyice yerine gelmişti. Bir şarkı patlatmanın zamanıydı. Dümeni güvertenin kalanından ayıran korkulukların üstüne bir ayağımı koyarak kendimi biraz yükseltide bıraktım. Böylece sesimin daha iyi bir akustikle yankılanmasını sağlayacaktım. Doğaçlama vakti gelmişti.
"Dalgalar patlar, 

Ufka fırlanır!

Gökler yanar,

Sakal parlar!

AHOY! AHOY!
Denizcinin anasına vur!
AHOY! AHOY!
Denizcinin anasına vur!

Mor, Sarı, Pembe, Köse, Mavi,
Güneş dost, deniz ev,

Şimşek iner, dalga vurur!

Sakallılar çeker küreği!

AHOY! AHOY!
Denizcinin anasına vur!
AHOY! AHOY!
Denizcinin anasına vur!
"
Image
► Show Spoiler
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:31 pm
Rol: amuğagoyimkiHA!
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
"AmuğagoyimkiHA!"

Subaru, yerleri paspaslama görevini tekrardan üstlenmişti. Her seferinde, tüm görev ona kalıyordu. Geminin her tarafını pırıl pırıl yapmadan duramıyordu, sakalının çıkmasını istiyorsa görevlerine sadık kalmalıydı. Gün ışığında çalışmak pek hoşuna gitmese de, eline paspası çekip başlamıştı çalışmaya. Pazuları ağrıyordu, her sabah olduğu gibi erkenden kalkıp dambıllarını eline almış ve çalışmıştı. Tam sütünü dolduracağı sırada verilmişti görev. Biraz da bundandı siniri, sütünü içmesi gerekiyordu. Elindeki paspası kovaya soktu, birkaç kez sert bir şekilde batırıp çıkardıktan sonra Mavisakal kaptanının sesi kulaklarında yankılandı. Keyiften bahsediyordu, tabii ki bahsederdi, sonuçta onun gür sakalları vardı! Kösesakal'ın keyif çatamıyor olmasının tek sebebi, sakallarının çıkmamış olmasıydı. Tüm bu angarya işlerin bundan kaynaklandığını biliyordu.

"Ney, keyif mi-amuğagoyimkiHA! Göğüs kıllarım çıktı hala bana paspas yaptırıyonuz, bir tel sakalım çıksın bir daha bu sopayı ellersem beni siksinler-amuğagoyimkiHA!"

Sol eliyle, kovanın içerisinde duran paspasın sopasını tuttu gururla. Göğüs kılları çıkmıştı, gür bir sakala giden yolda ilk adım atılmıştı vücudu tarafından. Göt cebinden Pembesakal'dan çaldığı kutsal tarağını çıkardı güneş göğsüne doğru vururken. Göğüslerini taramaya başladığı sırada, dünya üzerinde bulunan en gururlu heykel gibi hissediyordu kendini. Hafif rüzgarın esintisiyle taranmaya devam eden göğüs kıllarının üzerinden nazik bir şekilde tarağıyla geçiyordu. "Fenayım, sikiciyim, göğüs kıllıyım-amuğagoyimkiHA!" Diye fısıldadı kendi kendine. Mavisakal arkasından geçip giderken, hiç umurunda olmadı, o an düşündüğü tek şey kendisinin ne kadar seksi bir erkek olduğuydu. Uzun boylu, gür sakallı, gür göğüs kıllı bir erkekti. Hayallerinin içerisinde, Sarısakal bile onun önünde eğiliyordu, "Bana da göğüs kıllarımın böyle nasıl çıkacağını öğret Kösesakal." diye ağlıyordu. Kösesakal, ona yardım eli uzatıyordu, Sarısakal'ı da gerçek bir erkek yapıyordu.

Kısa süren hayaller evreninden, hızlıca çıkmış ve paspasa daha sıkı sarılmıştı. Bir an önce bu paspas işini bitirmeli ve sütünü içmeliydi. Uzun süren bir paspaslama işinden sonra, alnından akan terleri elinin tersiyle sildi. "AMUĞAGOYİMKİHAAAAAAA!" Diye kasılarak bağırdı durduğu noktadan bütün denizlere işini bitirdiğini haykırırcasına. Sonrasında bir heyecanla paspası kovaya soktu, ikisini birden eline alıp koşturmaya başladı. Bira bardağını kaptı, içerisine sütünü doldurdu. Oldukça büyük bir pay bıraktıktan sonra, kaptanlarının içtiği buğday oranı yoğun birayı kattı içerisine. Çocukken gördüğü o kaptan gibi, eliyle karıştırmaya başladı birayı, bir dikişte bitirdikten sonra, belki de tüm gemiyi inletecek bir geğirik patlattı. Sonrasında tekrardan sütünü ve birasını doldurup, güverteye çıktı. Bugün ilginç bir gündü, Pembesakal cezaya çarptırılmıştı. Pembesakal'ın olduğu yere gitti, elinde birasını tutarken, göt cebinden tarağını çıkardı. Sütünden büyük bir yudum aldıktan sonra, göğüs kıllarını taramaya başlarken, sağlam bir geğirik patlatıp tarağını tuttuğu elinin işaret parmağıyla Pembesakal'ı işaret etti Mavisakal'ın muhteşem ses tonu kulaklarına dolarken.

"Hehe, ceza yemiş-amuğagoyimkiHA!"


Sütünden tekrar büyük bir yudum aldı, bu sefer daha sessiz bir geğirik patlattıktan sonra Mavisakal'ın yanına doğru ilerlemeye başladı. Onun şarkı söylemesine bayılıyordu, bu yüzden sütünü içerken onu dinlemeye ve hayaller kurmaya karar verdi. Sakalının gürleştiği, göğüs kıllarının sarmaşıklara dönüştüğü hayaller...
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Wed Jan 22, 2025 6:31 pm
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Gece nöbetinin son saatleriydi. Dümenin hemen önünde bağdaş kurmuş, güneşin tepeye yükselmesini an be an takip ediyordu Gacko. Etrafı bir hayli dağınıktı. Bir kumaşın üstüne gece boyu atıştırdığı meyvelerin çöpleri diziliydi. Hemen yanında bir bira fıçısı duruyordu. Gacko gecenin sessizliğinde keyifle bitirmişti bunu. Nöbetinin başlangıcını çok fazla hatırlayamıyordu. Akşama doğru tüm dostlarıyla hınçla biraya boğulduklarını anımsıyordu. Gacko bu anlarda kendini tutmazdı. Geçmişte de böyleydi. Kenta'yla, Gorou'yla, Pochi ile içtiği günlerde de sınırlarını bilmezdi. İhtiyaç duymazdı daha doğrusu. Yanında güvende hissettiği insanlarlayken kendisini kaybedecek kadar eğlenmek huzur bulduğu nadir şeylerdendi. Mavisakal'ın zaman zaman hüzünlü, zaman zaman gülmekten karnına ağrılar saplatan şarkıları da anımsıyordu. Sadece bir an vardı kafasında canlanmayan. Pembesakal. Fuuka onun için her zaman korumak zorunda olduğu bir kız kardeş gibiydi. Morsakal olmasa, kızım gibi de diyebilirdi. Onun tek kılına zarar gelmesine izin vermezdi. Zihnini zorladı, başına saplanan o kindar ağrıya rağmen biraz daha zorlandı. Ikındı! Yok, hatırlayamıyordu. Fuuka'yı neden çarmıha germişlerdi? Bomboş bir kahkaha patlattı Gacko. Hedeflerine giden yolda o kadar doğaçlama yaşıyorlardı ki bir sonraki gün çarmıhta kendisini bulsa şaşırmayacaktı Gacko.

Gemi halkı hareketleniyordu. Yanlış olmasın, gemi hep hareketli olurdu. En uykucuları dahi gece kalkar, bir şeyler yapar, tekrar uykuya giderdi. O yüzden Gacko'nun tuttuğu nöbet, çok da nöbet değildi. Yarısından fazlasında uyumuş, ayılmış, boğazı kuruyunca tekrardan alkole dönmüştü. Hafifçe içmiş, nöbetini sağı solu gözleyerek tamamlamıştı. Ara ara uyananlara laf atmış, onları tekrar yatmak konusunda zorlamıştı. Bu anların hiç birinde Fuuka'yı görmemişti! Garibim Fuuka'yı daha önce farketse çarmıhtan indirebilirdi. "E o da sesini çıkarsaydı!" diye söylendi Gacko kendi kendine. Belki de bağrınmıştı ama Gacko hatırlamıyordu. Tekrar bir kahkaha patlattı. Bu hem kendi salaklığına, hem de tayfalarının ele avuca sığmayan Kösesakal'ın küfürlerine yönelikti.

Yavaşça ayaklanarak yediği meyvelerin çöplerini tek tek topladı ve denize fırlattı. Kendisi yüzemiyordu ancak denizdeki her bir canlının önemini biliyordu. Aç kaldıklarında ne yiyeceklerdi? Elbette denizleri beslemek, açgözlü gibi avlanmamak bu dünyanın akışına verebileceği en büyük destekti. Boş bira fıçısını kenara iteledi ve dümeni tek eliyle kavrayarak esneme hareketlerine başladı. Gemiyi yönlendirmeye dair hiç bir fikri yoktu. Karşılarına bir dağ çıksa, dümeni çevirmek yerine dağı tekmelemeyi daha mantıklı bulurdu! Daha doğrusu, Gacko'nun bildiği dümen elinde kavradığından biraz farklıydı. Yalanı, dolandırmayı, organize olmayı bilirdi Gacko. Bu yuvarlak şeyi çevirerek gemiye ne yapacağı konusunu bilmezdi. Kuru boğazını yutkunarak ıslamaya çalışırken dostu Mavisakal da siparişini getirmişti. Herkes yavaş yavaş uyanıyordu. Kaptan zaten genelde bu saatlerde uyanık olurdu. Gece herkes uyuduğunda birkaç saat geçmiştekileri anmışlardı beraber. Valmor, Stellan, Calypso, Brix, Gauld, Gorou, Kenta. Küçük, minik dostu Pochi. Hepsi adına birer kez kaldırmışlardı kadehlerini. Sonra bir kez daha. Yitip gidenleri unutmayacak, onları anacak kadar sadık insanlardı Morsakal ve Gacko. Gece boyu ise bu sefer yitip gidenleri değil de, kayıpla yaşamak zorunda kalanları düşündü. En azından yaşadığını umduğu insanları. Gorou ve Kenta. Umuyordu ki hayatların en güzelini yaşasınlar. Umuyordu ki beladan uzak kalsınlar. Umuyordu ki Pochi'nin intikamı için Gacko'ya güvensinler. Gacko her şeyi halledecekti.

Mavisakal'ın getirdiği birayı keyifle yudumladıktan sonra onun söylediği şarkının sözlerine bıraktı kendisini. Bu sırada Köse de yanlarına gelmiş kendi hayallerine dalmıştı. Ona baktığında Pochi'yi görüyordu. Pochi'nin biraz daha zeki, biraz daha büyük, biraz daha yüzsüz hali. Köse bu yüzden onun için fazlaca değerliydi. Birasını alarak güverteye doğru yürümeye başladı, geçerken ensesine kallavi bir şaplağı da patlattı. El şakalarını fazlaca severdi. Adımları çarmıhın önünde sonlandı. Fuuka'ya bakarak koca bir yudum daha aldı birasından. "Kim bilir ne yaptın gece." Sözlerini takip eden kahkaha ile birlikte kalan birasının yarısını Fuuka'nın suratına çarptı. "Ayılman için!" Pembenin dellenmesini izlerken bakışları kaptanına döndü. "Gece sakindi. Günün o kadar sakin geçeceğini sanmıyorum." Gökyüzüne çevirdi kafasını. Bulut yoktu. Fırtınaya dair bir emare de yoktu. Kalanların uyanmasıyla birlikte artık her ne yapacaklarsa harekete geçebilirlerdi. Havaya kalkık kafası hafifçe Morsakal'a döndü. "Ne yapıyoruz?" Bu tayfada herkes fikir belirtmeye muktedirdi. Ancak aramızdan sadece biri doğru yolu gösterebilecek nitelikleri taşıyordu. O da kaptanı, Morsakal'dı.
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Sun Aug 03, 2025 2:11 am
Rol: SSK'dan özürlü emeklisi Renk Körü Gözcü
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Açmaya çalıştığım göz kapaklarım bir ton çekiyordu resmen. Kaşlarımı ne kadar çatsam, ıkınsam da bir milimetreden daha fazla açılmıyordu gözlerim. Bu ufacık aralıktan girmeyi başaran güneş ışığı ise başımdaki inatçı ağrıyı sopayla biraz daha dürtüklüyor, bu çabamı bırakmam için beni zorbalıyordu. Bir süre sonra pes ettim ve başım, iki yana gergince açılmış kollarımın arasından önüme düştü. Önüme düşen saçlarımın yarattığı gölgelik bir miktar rahatlatmıştı beni ama bu şekilde biraz daha vakit geçirirsem boynumda bir fıtığın atacağı çok belliydi.

“Sus lan, uyumaya çalışıyoruz burada.” diye hırladım Kösesakal’a doğru, başım hala öndeyken. Deminden beri zart zurt geğirdiği yetmiyormuş gibi bir de gelip bu müşkül halime laf atıyordu küçük şerefsiz. “Bak, indir beni buradan. Midem bulanıYO LAN! KUSCAM!!!” Aniden başımı kaldırıp gözlerimi faltaşı gibi açarak bağırdım güverteye. Bu sert hareketle hem boynumun biraz amına koymuş, hem de deminden beri ışıktan korumaya çalıştığım narin gözlerimi adeta yakmıştım. Bağırıntım “Oy anam, anam, anam, oy oy OY BOYNUM! GÖZLERİM! YANIYORUM!” şeklindeki sayıklamalara döndü. Sesim iyice tizleşti, tizleştikçe de başımın ağrısı daha da arttı.

“YETEEEER!!! ÖLECEĞİM BEN BURADA BE! YA, İNDİRİN YAA!!”

Olduğum yerde çırpınmaya ve kafamı sağa sola savurmaya başladım. Bu kadar acı içindeyken çırpınmak pek mantıklı bir hareket değildi ancak aldığı kararların doğruluğuyla anılan biri olsam çarmıha gerilmiş olmazdım. Bu yüzden durmak yerine, kafa karışıklığım içinde kendi kendime zarar vermeye devam ettim şımarık hareketlerle. “N’oooooooooolur.” diye böğürdüm bir noktada, gözüme ilk çarpan insana. Bakışlarım önce Mavisakal’ı bulmuştu. Söylediği güzelim şarkıyı hönkürüşlerimle biraz piç etmiştim. Ardından, göğüs kıllarını tarayan Kösesakal’ı gördüm. Bit yavrusunun elindeki benim tarağım mıydı? Sarısakal ise karşımda birasıyla dikilmiş gece gece hangi boku yediğimi hatırlatmaya çalışıyordu. Biraz daha minik bir sesle “Nooluuy, nluy….” yaptım hepsine sırayla, tekrar başımı öne düşürdüm. Birden uyku bastırmıştı ancak kafama dökülen soğuk bira uykuya geri dalmamı engellemişti. Tamam, ne bok yediysek yedik gene, cezayı çekecektik.

Kafamı geri kaldırıp kaptanıma baktım. “Bab- Ay. Kaptanım, canım kaptanım.” dedim yalvaran bir sesle. Ağlayacaktım lan artık! Ben bu hallere düşecek adam mıyım, indirsenize! “KAPTANIM İNDİR BENİ BURADAN, TAMAM? BAK KUSACAĞIM DİYORUM. MİDEM BULANIYO MİDEM!!” diye girdim tekrar en tiz notaya.

“YETER ARTIK, BİTSİN BU CEZA. ÜMİTSİZ HAYKIRIYORUM ne olur dön ban- Yok lan, böyle devam etmeyecektim. KaptANIM! NE YAPTIĞIMI BİLMİYORUM AMA ÖZÜR DİLERİM KAPTANIM! Hadi, indir beni gözünü seveyim be!”
Image
Image
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:16 pm
Rol: Kaptan
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Gemiye adını veren pruva heykelinin tepesinde, Santa Claus'un baktığı yöne doğru ufku izliyordu Morsakal. Suratına vuran rüzgarla beraber saçları ve sakalları havalanıp birbirine karışıyordu. Uzun zamandır North Blue denizlerinde onlarca adaya gitmiş, yüzlerce insan ile karşılaşmıştı ama onlardan hiçbiri şu an arkasından yükselen seslerin verdiği huzuru kendisine hissettirmemişti. Omzunun üstünden geriye doğru baktı. Mıntıka temizliği yapan Kösesakal, nöbetinin yarısını gözlerini dinlendirerek geçirmiş Sarısakal, denizi izleyip keyfini çıkarmaya çalışan Mavisakal ve Morsakal tarafından cezaya çarptırıldığı için Sakal Çarmıhı'na gerili bir şekilde duran Pembesakal. Herkesin keyfi yerinde gözüküyordu. Bu korsanların hayatlarının mutlu bir şekilde devam edebilmesini sağlayacak kararları, kendisinin vermesi gerektiğinin bilincindeydi Morsakal. Bu sorumluluk onun için hala alışılması gereken yeni bir kavramdı. Stellan ve Valmor'dan öğrendiği tüm iyi ve kötü yaklaşımları düşünüyordu kararlar verirken. Duygusal bakmamaya çalışıyor, tayfasının iyiliği için karar veriyordu. Bir önceki akşam geçmiştekilerin anısına kaldırdığı kadeh, North Blue'da hallolması gereken son birkaç meselenin daha varlığını hatırlatmıştı kendisine. Geriye doğru baktığı omzunun tarafından arkasını döndü. Geminin ortasına doğru sağlam adımlar ile yürümeye başladı.

"Güverteyi baştan kıça kadar temizleyin, yağlı ve kaygan halatları ayırın, kuru halatları düzenli şekilde bağlayın."

Bu sözleri her ne kadar ortaya söylemiş olsa da gözünün bir ucuyla Kösesakal'a bakarak bu işi ona verdiğini belli etmişti. "Zamanında az mı yağlı halat ayırdık, ayır bakalım öğren bu işleri." diye geçirdi içinden. Sakal Çarmıhı'nın önüne kadar adımlarına devam etti. Mavisakal'ın sorduğu soruya yanıt olarak "O ne yaptığını biliyor, önemli olan o. Aslında yeteri kadar da ceza çekti. PEMBESAKAL'I İNDİRİN!" diye bağırarak bitirmişti cevabını. Pembesakal'ın Çarmıhtan inmesine yardımcı olup ona devasa bir gülümseme ile "Gözcü direğine çık, ufku sürekli kontrol et; yola çıkıyoruz." dedi. Pembesakal'ın haykırışları son bulurken Morsakal içkilerini yudumlayan Sarısakal ve Mavisakal'a doğru bakıp başıyla afiyet olsun dermiş gibi onları selamladı. Yüzünü tekrar geminin ilerlediği yöne doğru çevirdi ve Mavisakal'ın şarkısına eşlik etmeye başladı.

"Yelkenler fora. Iskotaları sonuna kadar sıkın, halat bırakmayın. Santa Claus'u rüzgar hattına oturtun, dümeni sabitleyin"

Dün akşam yad edilen ve ruhunun hala rahatına ermemiş olduğuna inandığı Pochi için emir veriyordu bu kez Morsakal. Hiç tanımamış olsa da Sarısakal'ın anlattıklarından bildiği kadarıyla, Sarısakal için çok değerli ve uğruna savaşılacak biriydi. Onun intikamı için yola çıkmaya hazırlanıyordu Sakal Korsanlar'ı. Santa Claus rüzgarı arkasına alıp hızlandıktan sonra tayfasını onlarla konuşmak için bir araya topladı Morsakal. "Hepimizin hayali Grand Line biliyorum ama North Blue'da bitmemiş bazı işlerimiz var. Grand Line'a girdikten sonra geri dönüşümüz olmayacak, istesek de istemesek de sonuna kadar gidip limitlerimizi zorlamamız gerekecek. Aklımızda kalan sorular ile, önce bunu halledip öyle gitseydik keşkeleri yerine ne yapacaksak şimdi yapmalıyız. Sarısakal'ın beraber büyüdüğü kardeşi Pochi'nin intikamını almak için çıkıyoruz bugün yola. Vins denen alçağı bulacağız. Sonra ise onunla ne yapmak istediğine Sarısakal karar verecek..." dedi ciddiyetini hiç bozmadan etrafında toplanan Sakal Korsanları'na. Gözlerini birer birer tüm tayfa üyeleri üzerinde gezdirdi. Herkesin Sarısakal'ın davasına baş koyduğuna emin olduktan sonra gözlerini hafifçe kıstı. "VE SAKAL YAĞI. SAKAL YAĞI ALMAMIZ GEREKİYOR, STOKLARIMIZ REZALET DURUMDA, BÖYLE GİDERSE 1 AY GEÇMEDEN SAKALSIZ KALACAĞIZ." diye bağırdı.
Image
Game Master
Game Master
Joined: Wed Nov 27, 2024 12:39 am
Kısa bir süre önce…

North Blue’da köhne bir liman köyü…

“Bir bardak dahi kırılırsa, bundan seni sorumlu tutarım! Beni anladın mı aşağılık korsan!?”

Bar sahibinin çileden çıkmış tavrına rağmen, bu sözleri sadece daha çok kahkahanın dolmasına neden oluyordu Paslı Çapa barında. Elbette bunda, bar sahibinin 130 santim boylarında olup da sinirli sözlerini zıplaya zıplaya söylemesinin de büyük bir etkisi vardı. Her bir kelimesinden yerden sıçrayışı ve aynı esnada kollarını savuruşu, sözlerini ciddiyetten bir hayli uzak kılıyordu. Yine aynı şekilde, Paslı Çapa barına korsanlardan başkası gelmemesine rağmen, bar sahibinin korsanları aşağılayan tavrı tüm bu sinirinin gerçekçiliğini de sorgulatıyordu. Yine de, elindeki dağılmak üzere olan süpürge ve faraş ile kırılan bardakları ve şişeleri temizleyen bar sahibi Bacco Klem’in sözleri karmaşayı bir nebze olsun durdurmaya yetiyordu. Yükselen kahkahalara eşlik eden kadeh tokuşturma sesleri bir kez daha yükseliyordu barın içinde…

Paslı Çapa Barı… North Blue’nun sisli ve soğuk bölgesinde kalan bu bar, sanki tarihin başlangıcından beri var gibiydi. Yosun tutmuş ve yer yer çatlamış taş duvarları, antik bir yapının bakımsızlıktan çürümesini simgeliyordu. 60’lı yaşlarına gelmiş Bacco kendini bildi bileli bu barı işletiyordu ve birkaç yılda bir binanın bakımını kendi elleriyle yapıyordu. Buna rağmen barın dış cephesi, bir türlü yosundan arındırılamıyordu. Fakat ne Bacco ne de buraya gelenler için bir sorundu bu durum. Hatta, kırmızı arduvaz taşlarla kaplı çatısının fırtınadan çökmüş ve sökülmüş yerlerini bile pek umursayan olduğu söylenemezdi. Ne zaman akıtmaya başlasa, Bacco hazırda bir kova bulundurur ve nereden temin ettiği belli olmayan eski püskü tahtalarla çatının damlattığı noktaları içten kapatmaya çalışırdı. Yaz-kış fark etmeksizin is tüten bacası, kış aylarında yoğunlaşır, yaz aylarında ise daha seyrek bir hal alırdı. Fakat yemek ve ısınma için kullanılan fırın ve sobanın tek bir bacaya bağlanması, sürekli bir is dumanının var olmasını sağlardı. Aslında bu da Paslı Çapa’nın sembollerinden biri gibiydi… Tıpkı giriş kapsının hemen üzerinde duran çapa işareti gibi. En ufak rüzgarda bile gıcırdayarak sallanan tabelada, bizzat Bacco tarafından yapılmıştı. Bu nedenle üstün bir el işçiliğinden ve çizimden bahsedilemese bile, Bacco her zaman tabelasıyla gurur duyar ve çapanın bar için en iyi sembol olduğuna inanırdı. Zira, Bacco barı ilk açtığında barın ismi sadece Çapa olmasına rağmen, aradan geçen yıllarla barın ismi doğal olarak Paslı Çapa’ya evrilmişti. Bacco için, içinde çapa geçmesi ise yeterliydi… Ne de olsa, liman kenarında bulunan barına vuran dalga sesleri dahi bu barda duraksıyordu.

Paslı Çapa’nın içi de dışından pek farklı durumda değildi. Birkaç avizeden ibaret aydınlatma içeriyi loş bir havada tutabiliyordu ancak. Gündüzleri yeteri kadar güneş ışıklarını alsa bile, Güneş’in batışıyla birlikte Paslı Çapa’ya da karanlık çöküyordu. Avizelerin yağ ve toza bulanmışlığı da bu loşluğu artırsa bile Bacco için bu tür ufak detaylara zaman ayırmak pek de gerekli değildi. Zira sürekli içeriden onarım yapması nedeniyle tavanın birçok noktasında sonradan çakılmış tahta parçaları ve sürekli gıcırdayan ahşap zemin, Bacco için daha büyük bir belaydı. Aslında bir keresinde tüm bunların düzeltilmesi için bir usta getirmişse de, ustanın fazla para istediğini düşünerek onu bardan kovalamıştı Bacco. Bu da zaten son kez böylesine bir girişimde bulunuşuydu.

Buna rağmen Paslı Çapa’nın kalın meşe kütüklerinden yapılmış masaları bara samimi bir hava katıyordu. Masaların üzerlerindeki bıçak izleri ve kazınmış korsan işaretleri, aslında barın kimlere ait olduğunu da gösteriyordu. İçlerinde Beyazsakal Korsanlarının işaretleri de vardı, adı sanı duyulmamış korsanların da… Kim tarafından ve ne zaman yapıldığı belli olmayan tüm bu izler, sanki tarihin bir yansımasıymış gibi korunuyordu. Tavan kirişlerinden sarkan halatlar ve yer yer kopmuş balık ağları, barın iç kısmındaki tek dekorasyondu. Bunların üzerlerindeki yıpranmışlığa bakıldığında, Bacco’nun bunları gençken yerleştirdiği apaçık ortadaydı. Fakat Bacco bile bunları ne zaman yaptığını tam olarak hatırlamıyordu.

Barın içerisinde, tüm bu yapısına aykırı duracak şekilde yeni görünen tek şey, sanki yıllanması için en köşeye bırakılmış müzik aletleriydi. Kondisyonları oldukça iyi olan akordeon ve keman, sarhoş olan korsanlar tarafından çalınmayı bekliyor gibi duruyorlardı. Bacco bunların çalınmasından pek haz etmezdi, kafası artık “gıygıy” gürültüyü kaldıramıyordu. Bu yüzden onların çalınmasını istemese de, Bacco sanata saygı duyan biriydi.

Bir barın en olmazsa olmazı olan tezgah ise, Paslı Çapa’nın antikliğini sürdürür bir yapıda bulunuyordu. Duvardan duvara uzanan uzun bar tezgahı, arkasındaki sıra sıra dizilmiş tozlu şişeler ve rom fıçılarıyla uyum içinde görünüyordu. Arkasında Bacco’nun kullanması için bulunan platformun bir ayağının tökezliyor olması Bacco’nun bazen düşmesine neden olsa bile, Bacco bunu yaptırmakla uğraşma niyetinde de değildi. Ona göre her şey yerli yerinde kalmalıydı.

Havasında tütün, rom ve tuzun karışımı bir koku bulunduran Paslı Çapa, sık sık kavgaların çıktığı ve sonunda Bacco’nun zıplayarak bağırdığı anlarla son bulan bir sükunetin hakim olduğu bir yerdi. Denizin uğultusu, dalgaların heybeti ve rüzgarın ıslığı dolduğu vakitlerde, Paslı Çapa tüm korsanlar için uğranılması gereken bir sığınak gibiydi. Günün neredeyse her vakti dolu olmasına rağmen yıllardır sabit kalan kapasitesi ve değişmeyen temasıyla, Paslı Çapa her korsanın en az bir kez bulunması gereken bir bardı…

“Bacco-sama! Buraya da biraz rom alabilir miyiz artık?”

“Yarın yola çıkacağız, birkaç fıçı da bize ayır Bacco-sama!”

“Bacco-cwhaaan! Lüffen, et, yemek ve… DAĞA FAFLA ROM!”

“Bu velet kaç yaşında? Korsan tipi de yok!”

“Torunumla doğru konuş, yoksa ayağım altına alırım-ja!”

“Hooii… Sakin ol dede! Biraz alkol aldın diye ihtiyarın önde gideni olduğunu mu unuttun!? Kifififi…”

Paslı Çapa’nın kapısını araladığınızda, bar daha önce defalarca cüsseli insanları ağırlamışsa da, içerideki tüm müşterilerin bakışlarının dev cüsselere çevrildiğini fark edebiliyorsunuz. Ne var ki bu bakışların kısa bir sürede sanki bir büyüyü andırır gibi ortaya çıkan iki “minik” insana kilitlendiğini görebiliyorsunuz. Tıpkı içerideki müşteriler gibi, elindeki neredeyse kendinden uzun fırçası ve faraşını kendisine destek olmak için dik bir hale getiren ve size göre çok daha ufak olan birinin de bakışlarını size sabitlediğini görüyorsunuz. Adamın yüzünde memnuniyetsiz bir ifade olsa bile, gözlerinin ardındaki parıltı sizleri ağırlamak istediğini açıkça gösteriyor gibi duruyor. Nitekim adam hızlıca bakışlarını barın içinde çevirmeye başlıyor ve en sonunda tek bir sarhoşun oturduğu masaya ilişen bakışları önce kısıklaşıyor ve ardından adamın adımları bu bakışlara eşlik etmeye başlıyor. Tüm olan bitenden habersiz bir şekilde masadaki rom şişesini kafasına dikmek için hareketlenmiş adama yönelen küçük adam, bir anda elindeki fırçayı adamın suratının sol tarafına indirdiği anda “Kaldır kıçını buradan seni sefil korsan bozuntusu!” diye gürlüyor. Suratına inen fırçayla birlikte sağa düşen adam ne olup bittiğini bile anlamadığı sırada, küçük adam bu kez fırçayı masanın üzerindeki birkaç parça yiyeceği süpürürcesine kenara fırlatarak masayı temizleme işini hallediveriyor. Yaşanan bu olay, barın içinde koca bir kahkaha tufanını da birlikte getirirken, küçük adam boyuna rağmen takındığı gururlu tavırla içinizdeki mor sakallıya doğru ilerliyor ve birkaç adım kala kafasını gökyüzüne dikip elindeki süpürgeyle az önce temizlediği masayı işaret ederek “Ben barın sahibi Bacco. Masanız şurası Mor Sakal, sipariş için hemen geleceğim.” diyerek tezgaha doğru adımlamaya başlıyor.
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:16 pm
Rol: Kaptan
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
"...Mor Sakal..."

Morsakal lakabının yanlış tonlama ile söylendiğini duyunca tek kaşını kaldırdı ve ona yer gösteren minik boylu adama doğru baktı. "Morsakal, mor sakal değil." dedi ve kaşını tekrar normal pozisyonuna getirdikten sonra "Yer için teşekkürler Bacco-san, dışarısı hayli soğuk. Üstümüzü başımızı görüyorsun, dışarıda daha uzun süre kalsak buzdan adama dönecektik. Hem karnımız aç, hem de içimizi ısıtacak sert birer içkiye ihtiyacımız var. Rom veya sake benim için fark etmez. YO-HO işler iyi gibi, masalar dolu gözüküyor." diyerek Bacco'ya olan bakışlarnı etrafta kendilerine yönelen bakışlara doğru çevirdi. Sakal Korsanları'nın üzerinde biriken ilgi hızlı bir şekilde dağılmıştı. Herkes kendi işine bakıyor, sohbetle karışık Paslı Çapa'nın nimetlerinden faydalanıyordu.

Sakal Korsanları masaya yerleşip siparişlerini verirken, etrafı inceledi Morsakal. Yıkık dökük bir tavan, yosun tutmuş duvarlar, tozla kaplı duvar süsleri. Komple yıkılıp baştan yapılsa daha ucuza gelebilecek kadar zarar görmüş bir yapının içindelerdi. Gözü yağ ile kaplanmış gaz lambalarına takıldı.

"Kösesakal şu yağ lambalarını görüyor musun? Ben sana daha önce Melvarium Yetimhanesinde geçen günlerimi anlatmış mıydım? İşte bu gaz lambalarının aynısından orada da vardı." dedi ve eliyle gaz lambalarını işaret ederek "Neredeyse aynı model. Bunların iç mekanizması pirinçten olur bak. Fitillerini de vakti geldiğinde değiştirmek gerekir. Pirinç mekanizmanın kenarındaki çıkıntıyı görüyor musun, işte bu modelde onlar 4cm, bizim yetimhanede 6cmdi. Bunlar önemli bilgiler, bunları öğrenmen lazım. Ben sana neden anlattım bunu, ben senin yaşındayken... Yok yok senden çok daha küçükken yetimhanede kaldım. Bize çamaşırımızı, bulaşığımızı yıkamayı öğrettiler. Önce yerdik sonra bulaşığı biz yıkardık. Çamaşırları mesela tam kurumadan askıdan alıp şiltenin altına serip öyle yatmazsan, buruşuk çamaşırla gezersin. Hafif nem olmazsa olmaz ama. Bunları bilmen lazım, hayat bir korsan için hiç kolay değil." servis edilen içkiden bir yudum daha aldıktan sonra "Bu gaz lambasını temizlemezsen bunlar taşma yapar, taşarsa etrafa yağ dökülür. Yangın çıkar. Masabaşı lambasını temizlemeyen kaç çocuk gözlerimin önünde dayak yedi biliyor musun? O yüzden yağlı lambayı temizleyeceksin. Aynı gemideki yağlı halatlar gibi, yağlı halatları kurulardan ayırmazsan işte o zaman yandık demektir. Hem acil bir durumda elinden kayar, hem de en ufak yangında tüm gemi aniden parlayıp alev alır." diyerek devam etti...

İçkisinden aldığı her yudumdan sonra muhabbeti biraz daha dağınık şekilde ilerlemeye başlamıştı Morsakal'ın. Kösesakal bunların ne kadarını dinliyordu, ne kadarı odanın duvarlarına doğru sekiyordu çok da düşünmeden anlatmaya devam ediyordu Morsakal. Kösesakal'ın potansiyelini hissedebiliyor ve ona tüm tecrübelerini aktarmak istiyordu.

"O zaman üç kişiyiz tabi; Sarısakal, Mavisakal ve ben. Santa Claus bile yok o zamanlar. Bilmiyorlar ki Sarısakal'ı sen gibi adeta tanrı. Karnımızı doyuralım dedik, biraz da eğlenelim. Ben alışverişe çıktım diğerleri doğrudan hana gittiler siparişi önden versinler diye. Oraya varmadan neler oldu, kendileri daha iyi anlatır ama ben daha mekana yetişemeden, mekanda bir tane bile ayakta adam bırakmamışlardı. Erzak almaya diye gelip bar kavgası sonucu adayı terk ettik. Biraz daha kalsak, denizciler ile çatışmak zorunda kalacaktık. Neden anlatıyorum sana, sen bunu yapma diye. Bir önceki gün çamaşırı hafif ıslak bırakıp yatağın altına serse, jilet gibi olurdu üstü başı ama yapmıyor işte Sarısakal" gözüyle Sarısakal'ı işaret etti ve devam etti. "Tüm kavga kırışık elbiseden çıkmış. Bak sırtımdakine dümdüz."...

Hikayelerini anlatmaya devam ederken Bacco'ya doğru elini havaya kaldırıp boş içki bardağını göstedi Morsakal. Yeme içme esnasında Kösesakal'a eski hikayelerinden anlatmaya devam etti...
Image
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Wed Jan 22, 2025 6:31 pm
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Tüm sakalları soğuktan diken diken, kuru bir hal almışken Paslı Çapa'dan üzerine hücum eden sıcak hava bir an olsun rahatlatmıştı onu. Sağ eli Kösesakal'ın ensesinde dururken diğer eli gömleğinin önünü kapamak için çabalıyordu. Bir eli zaten hep o ensede olurdu. Bu, Sarısakal'ın el şakalarını sevmesinden de öte, Kösesakal'ın bazen ensesine yiyeceği bir şaplağa gerçekten ihtiyaç duymasından ötürüydü. Kaptanları sözleriyle hükmederdi. Kösesakal'ın emirlere karşı çıktığına hiç şahit olmamıştı. Ancak şüphe duyduğunda veya ne olduğunu anlamadığında, belki o ağzı pis küfürleri ettiğinde Sarısakal güzel bir şaplağı o kaymak gibi enseye gömmeden edemezdi. Kösesakal uslu durursa bu el onu kanatları altına alan şefkatli bir dokunuşa sahipken Sarısakal'ın onay vermediği davranışlarda bulunduğunda göklerden gelen bir karar gibi yapışırdı oraya. Şimdi ise bu avuç ne yapacağına karar veremiyordu. İçerideki karmaşanın Kösesakal'ı şımartmaması için şimdiden bir şaplak mı atacaktı? Yoksa bu kargaşadan korumak için kardeşini kanatları arasına alıp koruyacak mıydı? Her ihtimale karşı hafifçe iki kere 'şlapşlap' vurdu ensesine. Köse güçsüz değildi, hatta potansiyel olarak Sarısakal'ı devirebilecek tıynetteki tek insan olabilirdi tayfalarında. Ancak bir erkek olmanın gerekliliklerini hala öğrenememişti. Erkek olmak sadece kaslı, sakallı ve büyük olmak anlamına gelmiyordu. Kösesakal bunlara özense de sözleriyle onu yontmaya çalışıyorlardı.

Kendileri için boşaltılan masaya çöktü dostlarıyla birlikte. Paslı Çapa gerçekten adının hakkını veren bir görüntüye sahipti. Her bir köşesi yamalarla veya gözardı edilen kusurlarla doluydu. Bar sahibi Bacco'yu bunlar için suçlamayacaktı. Sarısakal, daha doğrusu Gacko, küçük insanlara karşı ayrı bir sempati beslerdi. Zihninde canlanan acı hatıraları bu barın sıcaklığıyla defediyordu. Bacco, Köse hayata renk katan ufak nüanslardı. Tıpkı eski dostu Pochi gibi. Kafasını hızlıca sallayarak sıcağın yarattığı mıyışıklı üzerinden attı. Yamasıyla, isiyle iç ısıtan bir aura vardı burada. Çevresi korsanlarla çevrili olmasına rağmen sonuçta hepsi aynı şeyleri arzuluyordu. Özgürlüğü, hazineyi, zincirsiz yaşamayı.

Masaya gelen birasından koca bir yudum aldı. Barın hareketli havasına koca gülümsemesiyle eşlik ediyordu. Ayaklarıyla ritim tutuyor, koca bardağı kavrayan parmakları tıngır mıngır buna uyum sağlıyordu. Sahne ona ait değildi. Morsakal hiç vakit kaybetmeden Köse'nin yontulmasına başlamıştı. Sözleriyle ona gerçek bir 'adam' olmanın özünü aşılamaya çalışıyordu. Tas kafanın anlayacağını umuyordu Sarısakal. Yoksa o ense hiç olmadığı kadar kızaracaktı. Kaptanı Morsakal muhabbeti derinleştikçe ara ara Kösesakal'ı dürtüyor, dikkatini ona vermesi konusunda uyarıyordu. Gaz lambalarının işleyişi, kullanımına dair önemli detaylar. Ah, aaah! Kösesakal bu cümlelerin ardında yatanları anlayacak mıydı acaba?

Morsakal geçmişte yaşadıkları o efsanevi bar kavgasına değinince güzel bir kahkaha patlattı. Gömleği gerçekten de hala kırışıktı! Onları jilet gibi yapma konusunda birkaç kez Pembesakal'dan yardım rica etse de çok söz geçirememişti. Hep böyleydi. O efsanevi renkli gömleklerini ilk aldığı gün jilet gibi giyer, gemideki o pis kovada yıkadığının ertesi gün kırışıklıktan iki beden küçülmüş giymeye devam ederdi.

Morsakal yeni siparişleri verirken Sarısakal'ın ikinci derse başlama vakti gelmişti. "Morsakal'ı iyi dinle Kösesakal. Söylemek istediğini iyi anla." Bacco'nun yeni siparişleri hızlı getirmesini umuyordu. "Bu içtiğim bira mesela. Tadını aslında arpadan sanıyorlar ama değil. Tadı fıçıdan gelir. Ahşap fıçı, korsanın gizli öğretmenidir. Meşe mi, kestane mi, çam mı... Hepsinin dersi başka. Şu yudumda aldığın hafif tatlılık? İşte o meşe işidir." Kösesakal'ın hala süt ile sarhoş olduğunu biliyordu. Çammış, meşeymiş bu ayrımı anlamazdı. Yine de anlattı işte. "Sen şimdi sanıyorsun ki fıçının sadece ağacı önemli. Yanlış. Çivisi de en az tahta kadar mühimdir. Paslı çivi olursa bira erken gaz yapar. Bak ben sana söyleyeyim, biz sırf paslı çivi yüzünden üç gün boyunca gemiyi tuvalete çevirmiştik. O yüzden fıçıya paslı çivi çakan korsan, tayfasına ihanet etmiş sayılır." Handaki konuşmaları ritimleriyle desteklerken Kösesakal'ın ensesini sıkıca, bir eniği kavrarmış gibi tuttu! Sarısakal'ın biralara dair hassasiyeti büyüktü. "Köpüğe de dikkat edeceksin. Büyük kabarcıklar varsa mayalanma hızlıdır. Küçük kabarcıklar varsa ustalık vardır. Bir keresinde köpüğe bakarak bir korsanın bütün yalanlarını ortaya çıkardım. Köpük asla yalan söylemez. Şu gördüğün köpük var ya... bana diyor ki bu bira en az iki kış fıçıda yatmış. O yüzden içtikçe ısınıyorsun." 'Hmph' diye hafifçe hıçkırdı. Bira söylediği kadar ustalık barındırmıyordu aslında. En güzel bira, olan biraydı. "Bak Kösesakal, her şey ufak nüanslarda. Fıçıyı yanlış yere koyarsan da mahvolursun. Gemide direğin dibine koyarsan gemi yaplada fazla sallanır, fıçı devrilir. Geminin kıçına koyarsan da sert darbelerle köpüğü acılaşır. Tam ortaya koyacaksın ki tadı dengeli olsun. Bu da denizlerde yaşamanın inceliği. Millet sanıyor bira kolayca yapılır."

Bardağındaki son yudumu bitirdi. "Bir de şu var... Fıçının içine katılan gizli malzeme. Kimisi tarçın atar, kimisi karanfil. Mavisakal, bu aptal içine kuru balık atmıştı. Düşünebiliyor musun? Bira içiyorsun, altından balık çıkıyor. Ağzımızı yağ ile yıkamasak bizi balık kokulu korsanlar diye ada boyu anarlardı. Önemli. İnce işçilik korsanın şerefidir. Yanlış detay korsanı rezil eder." Bu genç adamın daha fazla eğitilmeye ihtiyacı vardı. Gözlerine baktığında istediği ciddiyeti göremiyordu. "Al sana güzel bir detay. Fıçı kapağı gevşekse, bira hava alır. Hava alırsa sirkeye döner. Bazen paspas kovana fıçılarımı boşaltıyorum. Hatırladın mı? Sirke mikrop kırar, yağı söker. Gemi zeminini kokutur ama ömür katar. Bu anlattıklarımı sakın unutma. Sen bunları kavradın mı işte o zaman gerçek bir adam olursun." Bardaki insanları süzmeye başladı Sarısakal. Eski bir alışkanlıktı. Kenta kadar iyi değildi ama konuşulanlara kulak kabartmanın her zaman karşı bir iş olduğunu tecrübe etmişti. "Ha bu arada... Sen hiç keçi derisinden yapılan fıçı duydun mu? İşte o da başka bir muhabbet..."


Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 3:31 pm
Rol: amuğagoyimkiHA!
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
North Blue'da köhne bir liman köyüne demirlemeden önce, yine rutin işlerini yapmakla meşguldü Kösesakal. Güverteyi temizliyor, bir yandan söylenip küfrediyor, bir yandan birasını içmeye çalışıyordu. Artık neredeyse emirlere gerek olmayan bir rutin içerisine girmişti, her ne kadar istemiyor olsa da görevini yerine getirmek için çalışıyordu. Kaptanına ve tayfasına olan saygısı, sakalının çıkacağına olan inancı ona daha fazla motivasyon veriyordu. Tabii, en büyük hayallerinden birisi bir an önce sakalının çıkması ve işleri başkasına yaptırmaktı. Hatta, aklına muhteşem ve dahiyane bir fikir bile gelmişti. Göğüs kıllarına çok daha iyi bakmalıydı, onları çenesine kadar gürleştirebilirse, sakal gibi kullanma şansını yakalayabilirdi. Bu fikrin muhteşemliği, onu daha fazla çalışmaya zorluyordu. Böylelikle, işi her bittiğinde gün batımına karşı pembe tarağını çıkarıp göğüs kıllarını tarayarak bakımını yapabiliyordu. Yine bir gün, karaya doğru gelmek üzereyken, güvertenin ucunda gururla durmuş, tarağını göt cebinden çıkarmış, göğüs kıllarını tarıyordu.

"Karaya ayak basacam, birkaç tane lavuğu dövecem, sakallarım daha gür çıkacak-amuğagoyimkiHA!"

Diye söyleniyordu kendi kendine. Karaya ayak bastığı çoğu zaman, kavga çıkartmak için fırsat arardı. Ne kadar dövüşürse, ne kadar dayak yer ve atarsa o kadar gür sakallarının çıkacağına inanıyordu. Karaya ayak bastığı anda, yürüyüşü bir anda değişmişti. Omuzları geriye doğru kasılmış, ötmeye hazırlanan bir horoz gibi göğsünü kabartıp yürümeye başlamıştı. Bu, onun tehdit yürüyüşüydü. Etrafında gördüğü insanlara dik dik bakıyor, kendisine daha uzun süre dik bakacak birisini arıyordu. Birini yakaladığı anda ona yapışmak istiyordu. Kendisine yan gözle bakan birini gözleri yakalayamamıştı, tabi biliyordu kendisinin nasıl büyük, devasa, kocaman bir tehdit olduğunu. Bu yüzden, kaptanlarının arkasında yürümeye devam etti, Paslı Çapa denilen bir bara gelene kadar.

Paslı Çapa, kalın meşe kütüklerinden yapılmış masalarında geçmişin izlerini taşıyan bir bardı. Buraya uğrayan her bir korsan kendi izlerini bırakmıştı. İçeriye girdiği anda kendilerine dönen gözlere baktı. Öncelik, devasa cüsseli kaptanlarına kaymıştı, sonrasında ise Pembesakal ve kendisine dönmüştü. "Ne bakıyon, hayırdır-amuğagoyimkiHA." diye tıslayarak ilerlemişti oturacakları yere. Oturduklarında, çoğu bar sahibine garip gelen sütlü bira siparişini vermiş, siparişi geldiği gibi yumulmuştu içmeye. Koca bir yudum aldığı gibi, geğirmeyi beklerken Morsakal kaptanının söze girmesiyle geğiriğini tutmuş, dinlemeye başlamıştı. Kaptanı, ona yağ lambalarından başlayarak Melvarium Yetimhanesinde geçen günlerini anlatmaya başlamıştı. Belki de hayatının en sıkıcı muhabbetiydi, yine de dinlemeye hevesliydi. Yağ lambası hakkında bilgileri aldıktan sonra, nasıl konuya girdiğini anlamadığı bir hikayeyi dinlemeye başladı. Çamaşırlar, yağ lambaları, bar kavgası, hiçbirini bir noktada buluşturamıyordu.

"Ben konuyu hiç anlamadım-amuğagoyimkiHA."

Diye düşünürken, bu sefer Sarısakal konuya girmişti. Morsakal'ı iyi dinlemesi gerektiğini söylüyordu, sonra o da konudan çok alakasız bir şekilde içtiği biraya değinmişti. Tadının fıçıdan geldiğini söylüyordu. Kendi birasından büyük bir yudum daha aldı, yine kaptanı konuştuğu için geğiriğini içinde tuttu. Sarısakal, fıçının sadece ağacının önemli olmadığını, çivisinin de mühim olduğunu anlatıyordu. Hala bu konunun nasıl birleştiğini, ne anlam ifade etmesi gerektiğini anlamamıştı. Kafası iyice allak bullak oluyordu, üstelik konuyu unutmaya da çok yakındı. Konu nereden başlamıştı ki? Sarısakal'ın söylemiyle birlikte birasının köpüğüne baktı, kendi birası köpüksüzdü. "Vay amına koyduğum barmeni, benim bira köpüksüz, kalitesiz vermiş zırtapoz-amuğagoyimkiHA!" Diye tıslandı. Bilmiyordu ki, bunun sütten kaynaklandığını. Beynindeki tüm düşünceler yok olmaya başlarken, konu bir anda Mavisakal'ın içine kuru balık attığı biraya gelmişti. Mavisakal'a baktıktan sonra, yine anlamsız düşünceler içinde kaybolmaya başlayarak dinledi Sarısakal'ın geri kalan muhabbetini.

Konu tam keçi derisinden gelen fıçıya gelmişken, bir elini havaya kaldırdı durması gerektiğini belirtircesine. Bu kadar yaşlı muhabbetini çekmek istemiyordu, yüzü de geğirmemekten kızarmıştı. Elini indirdikten sonra masaya çıktı, sütünün geri kalanını bitirdikten sonra, on saniyeden fazla süren ve adayı inletecek derecede gür geğiriğini patlattı. Bardaki tüm sesleri bastıran bu gürlüğün ardından, elinin tersiyle ağzını sildi. Etrafındaki insanlara baktıktan sonra, küçük bir geğirik daha patlatıp bağırmaya başladı.

"Yok mu lan benimle kavga edip beni kurtaracak biri-amuğagoyimkiHA! Yeminle şimdi kavga edecek olan varsa, onu az dövecem, çünkü beni kurtarmış olacak-amuğagoyimkiHA! Var mı lan bok torbaları-amuğagoyimkiHA!"
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Joined: Fri Aug 01, 2025 6:52 pm
Rol: Müzisyen
User avatar
Sakal Korsanları
Sakal Korsanları
Limanın soğuğu ve göz yoran kirli sis tabakasının hayatı zorlaştırdığı, adını hatırlayamadığım o köydeydik. İsmi neydi buranın… Buraya daha önce çok kez gelmiştim. Erken gençlik yıllarımda kurduğum Mavi Saç Korsanları ile mal transferleri yapmıştık. Zorlu iklimi yüzünden denizcilerle karşılaşmadan aktarımları tamamlayıp yola koyulabiliyorduk. Bir de şu bar vardı… Paslı Çapa… Her yanı hasar almış, sahibi tarafından bıkmadan onarılmış salaş bir korsan barı. Oraya korsanlardan başkası gitmezdi. Bu sebepten halk arasında çok iyi anılmasa da sahibi korsanlar arasında saygı gören biriydi. Köyü hedef alarak yelken açtığımızda birbirimize hep Paslı Çapa’ya gittiğimizi söylerdik. Köyün ismini hatırlayamayışımın sebebi bu olsa gerek. Çünkü benim için bu bölgenin önemini belirleyen şey her zaman için Paslı Çapa Barı ve sahibi Koca Bacco olmuştu.

Kapıdan girdiğimizde tüm gözleri üzerimize çekmiş olmak iyi hissettirmişti. Kendimi odağın daha da merkezine atabilmek için üşüdüğüm için iliklediğim ceketimin önünü açtım. Ceketimin uç köşelerini geriye atacak şekilde ellerimi cebime sokup havalı bir pozla kaptanın arkasından Paslı Çapa’ya adım attım. Bacco Bey'e selam verdikten sonra bize gösterdiği masaya oturdum. Kaptanın biraz sonra dizeceği nasihatlerden sıkılıp aramızdan sıvışmak isteyeceğini öngördüğüm için Kösesakal’ı, Sarısakal ile aramızda bırakacak şekilde oturdum. Dinleyip öğrenmesi gereken çok şey vardı.

Birkaç dakika sonra siparişlerimizi almak için yanımıza geldiğinde halini hatırını sormayı ihmal etmeyecektim. Morsakal, Kösesakal ile konuşurken ben de Bacco Bey ile geçmişi yad edecektim. "Ooo Bacco Bey, görüşmeyeli çok oldu. Nasılsın, keyfin yerinde umarım. İşler nasıl, çorban kaynıyor mu, kumbaran tıkırdıyor mu? İyidir iyi… Bizim bu ekiple değil de öncekilerle çok gelmiştik tabi. O zamanlar sakalları uzatmıyordum bak, bi öyle gözünün önüne getir daha net hatırlarsın. Uzun zaman önce dağıldı o ekip, ben de çok gençtim tabi o zamanlar iyi yönetemedim.” Bir elimle Morsakal’ı işaret edip: “Şimdi muazzam bir kaptan bulduk bizi toparlayıp çekip çevirdi. Kudretli adam, sakallara baksana, muhteşem değil mi? Ben de ondan ilham alıp uzattım, kendimce tarz yaptım. Ördüm, şekillendirdim, topladım. Müzisyen olduğum biraz daha belli oluyordur artık.” Diğerleri siparişlerini verdikten sonra geçmişte yaşadığımız bir olaydan ilham alan küçük bir espri patlatıp ortamı gülmekten kırıp geçirecektim. “Bana da balık sulu bira, WWEAHAHAHAHAAH!” Gülerken Kösesakal’ın omzuna sol elimle birkaç küçük tokat patlatmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Kahkahalarımı dizginlemeye çalışırken yanlış anlaşılma ihtimalini ortadan kaldırmak için son sözlerimle durumu yeniden normalleştirdim: “Aynısından, aynısından… bana da Sarısakal’ın istediğinden.” Bacco Bey arkasını dönüp yürümeye başladığında da arkasından seslenip içeri girdiğimde gözüme ilk takılan şey olan hazır kurulu sahne için de izin isteyecektim. “Enstrümanlar boştaysa birazdan sahnedeyim.” Gittiğim herhangi bir yerde sahne alma fırsatını kaçıramazdım. Önce tayfayla muhabbetimizi belli bir aşamaya kadar devam ettirip ardından ortamdaki herkesin neşesine neşe katmayı planlıyordum.

Biralarımız geldiğinde ben de masadaki muhabbete dönmüştüm. Morsakal bizim Sarısakalla bir olup ortalığı dağıttığımız bir kavgadan bahsediyordu. Kafamı sallayıp mimiklerle kendimi ifade ediyor, anlattıklarının arasına tepkilerimi sıkıştırıyordum. Sarısakal kahkahasını bitirmeden ona bakıp “Tek hareketinle on adamı yere sermiştin, WWEAHAHAHAHAAH!” Kavga anısından sonra bu sefer Sarısakal, Kösesakal’a biranın inceliklerini anlatmaya başlamıştı. Ben de ara sıra lafa girip onun söylediklerini tasdik ediyordum. Her konu başlığına özgü yorumlar üretip her lafımdan sonra biramdan birer yudum almaya başladım. Fıçı işi çok önemliydi. “Fıçı önemli…” Çiviye dikkat edilmezse çok tehlikeli olabilirdi. “Çivi hijyen işi…” Köpük konusunu herkes bilmeliydi. “O kabarcıklar var ya o kabarcıklar, onlar olmazsa olmaz.” Kösesakal da içtiği biranın köpüksüz olmasından yola çıkarak mekâna kurulmuştu. “O içindekindendir, Bacco Bey yamuk iş yapmaz.” İnce işçilik ve detaylar konusu da belki bu olayın en üst raddesiydi. Daha önce yaptığımı hatırlatıp beni yeniden güldürmüştü Sarısakal. “Evet mantıklı değildi ama denedik, güzel olmadı.” Bazen böyle denemeler yapıp yeni şeyler keşfetmek gerekirdi hayatta.

Keçi derisi kısmında Sarısakal anlatacaklarını bitirmiş gibi hissettirdiği an Kösesakal ayağa kalkmıştı. Sol elimle sol omzundan aşağı bastırarak onu geri oturttum. Bağıracak gibi olduğunda sağ elimi ağzına kapatarak lafa devam ettim. “Bak o keçi derisini bi yerde denemiştik. Muhteşem bir olaydı. Yani bir yandan tuluma sarılmış peynir, ama peynir yok sadece tulumun tadı geliyordu. Öbür taraftan biranın serinleticiliği vardı, gazı vardı. İnsanın canı biranın yanında peynir çeker mi? Bunun çekiyordu işte, inanılmaz bir şeydi. Sanki şarap… Peynir demişken, peynirin de iyisinin nerede yapıldığını bilmek gerekir. O da baya karmaşık bi iş aslında. Çünkü süt var işin içinde.” Artık pes etmiş, bağırmaya çalışması kesilmiş Kösesakal’ın bardağına iki yumuşak fiske vurduktan sonra lafa devam ettim. “Sütten konuşuyorum bak, seversin. Neyse, konuya dönüyorum. En iyi inek sütü düz arazide yetişip kaslı olan ineklerden olur. Ama en iyi peynir dağlık bölgede dinlendirilmiş olandır. Neden, çünkü dağın havası o sütü iyi sertleştirir. Tadını güzel yapar. Yani aslında düzlükteki inekten sütü sağıp dağa çıkarıp oranın havasında yıllandıracaksın. Tabi bunu kimse yapmıyor. Çok zorlu iş. Zaten işin içinde dağlık arazi girdiğinde tehlikesi de bin kat artar.” Biramın dibindeki acı yudumu da hüpletip bardağımı Bacco Bey'in kolayca alabilmesi için masanın kenarına koydum. “Bu yüzden hayatın boyunca hep şu seçimi yapmak zorunda kalacaksın, burayı iyi dinle: Düzlükte yetişmiş inekten düzlükte havalandırılmış peynir mi, dağlık alanda yetişmiş inekten dağlık alanda havalandırılmış peynir mi? Bu seçim çok önemli, her zaman dağlığı seçmek lazım. Çünkü süt kötü olsa bile dağlık arazinin havasıyla o peynir bulması gereken dengeyi bulur.” Sözlerime daha ileri detaylar olan karma peynirler ve işin içine giren koyun, keçi sütleriyle devam etmeyi planlıyordum.
Image
► Show Spoiler
Post Reply